• 21 Aralık 2024 Cumartesi
ANAYASA MAHKEMESİ KARARLARINI 0 Yorum 2 BEĞENİ

ANAYASA MAHKEMESİ KARARLARININ İKTİDAR TARAFINDAN TANINMAMASI NE ANLAMA GELİYOR

Dr. Ataalp PINARER
Dr. Ataalp PINARER
Yazar

       

Dr. Ataalp PINARER 

Anayasal bir devletin kurulması ve anayasanın yürürlüğe girmesi, tarih boyunca birçok ülkenin demokratikleşme sürecinde önemli bir dönüm noktası olmuştur. Hem dünya genelinde hem de Türkiye'de, anayasa hareketleri, halkın haklarını koruma, devletin yetkilerini sınırlama ve adil yönetim mekanizmaları oluşturma amacı taşımıştır.

Dünya Genelinde Anayasal Devlet Olma Süreci

Aydınlanma ve Modern Anayasaların Doğuşu

Anayasal devlet kavramı, 18. yüzyıl Aydınlanma dönemi ile birlikte gelişmeye başlamıştır. Aydınlanma düşünürleri, devletin meşruiyetinin halktan kaynaklandığını ve bireylerin doğal haklarının korunması gerektiğini savunmuşlardır. Bu düşünceler, modern anayasaların temelini oluşturmuştur. Özellikle, 1776 Amerikan Bağımsızlık Bildirisi ve 1789 Fransız Devrimi ile birlikte ilan edilen İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi, anayasal devletin kurulmasında önemli adımlar olmuştur.

Amerikan Bağımsızlık Savaşı, İngiliz sömürge yönetimine karşı Amerikan kolonilerinin verdiği mücadele sonucunda, 1787 yılında ABD Anayasası'nın kabul edilmesiyle sonuçlanmıştır. Bu anayasa, kuvvetler ayrılığı ilkesine dayanan ve halkın egemenliğini esas alan bir devlet yapısı kurmuştur. Fransa'da ise, Fransız Devrimi'nin ardından 1791 yılında kabul edilen anayasa, monarşinin yetkilerini sınırlamış ve vatandaşların haklarını koruyan bir düzen getirmiştir. Bu süreçler, anayasal monarşilerin ve demokratik cumhuriyetlerin ortaya çıkışını hızlandırmıştır.

Avrupa ve Diğer Kıtalarda Anayasal Hareketler

19 uncu yüzyıl boyunca, Avrupa'da birçok ülke anayasal reformlar gerçekleştirmiştir. İspanya, Portekiz, Almanya, İtalya ve Belçika gibi ülkelerde anayasal monarşiler kurulmuş, anayasalarda birey hakları ve özgürlükleri garanti altına alınmıştır. Belirtmek gerekir ki bu hareketler, genellikle halk ayaklanmaları, devrimler veya siyasi reform talepleri sonucunda gerçekleşmiştir.

Ayrıca, Latin Amerika'da bağımsızlık hareketleri sonucunda birçok ülke anayasal devletler kurmuştur. Örneğin, 1810'lu yıllarda Güney Amerika'da Simon Bolivar ve diğer bağımsızlık liderleri, İspanyol sömürge yönetimine karşı mücadele etmiş ve anayasal cumhuriyetler kurmuşlardır. Asya ve Afrika'da ise, 20. yüzyılın ortalarına doğru sömürgeciliğin sona ermesiyle birçok ülke bağımsızlıklarını kazanmış ve anayasal devlet yapıları oluşturmuşlardır.

Türkiye'de Anayasal Devlet Olma Süreci

Osmanlı İmparatorluğu'ndan Cumhuriyete Geçiş

Türkiye'nin anayasal devlet olma süreci, 19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu'nun modernleşme çabalarıyla başlamıştır. 1839 yılında ilan edilen Tanzimat Fermanı, devletin hukuk düzenini ve idari yapısını modernleştirmeyi amaçlayan ilk önemli adımdır. Ardından, 1856 Islahat Fermanı ile gayrimüslim vatandaşların hakları genişletilmiş ve devletin laikleşme süreci hızlanmıştır.

1876 yılında I. Meşrutiyet'in ilanı ve Kanun-i Esasi'nin kabulü, Osmanlı Devleti'nde anayasal monarşi dönemini başlatmıştır. Ancak, Sultan II. Abdülhamid'in 1878'de Meclis-i Mebusan'ı feshetmesiyle bu süreç kesintiye uğramıştır. 1908 yılında İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin önderliğindeki II. Meşrutiyet devrimi, meşruti monarşiyi yeniden tesis etmiş ve anayasal yönetim tekrar hayata geçmiştir.

Cumhuriyetin İlanı ve Anayasal Reformlar

Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşü ve I. Dünya Savaşı'nın ardından, Türkiye Cumhuriyeti 1923 yılında Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde kurulmuştur. Cumhuriyetin ilanıyla birlikte, 1924 Anayasası kabul edilmiştir. Bu anayasa, Türkiye'nin ilk yazılı anayasası olup, egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğunu belirtmiştir. Ayrıca, laiklik ilkesi ve kuvvetler ayrılığı gibi modern devlet anlayışının temellerini atmıştır.

1946'da çok partili siyasi hayata geçiş ve 1961 Anayasası'nın kabulü, Türkiye'de demokratikleşme sürecinin önemli aşamaları olmuştur. 1961 Anayasası, temel hak ve özgürlükleri genişleten, sosyal devlet ilkesini benimseyen bir anayasa olmuştur. Ancak, 1980 askeri darbesi sonrası kabul edilen 1982 Anayasası, devletin yetkilerini artırmış ve bazı özgürlükleri kısıtlamıştır. Buna rağmen, 1982 Anayasası üzerinde yapılan değişikliklerle demokrasi ve insan hakları alanında ilerlemeler kaydedilmiştir.

Özet olarak, Dünya genelinde ve Türkiye'de anayasal devlet olma süreci, halkın hak ve özgürlüklerini koruma, devletin yetkilerini sınırlama ve adil yönetim ilkelerini hayata geçirme amacıyla verilen tarihsel mücadelelerle şekillenmiştir. Bu süreç, her ülkede farklı dinamiklerle gelişmiş olsa da, ortak nokta, birey haklarının korunması ve demokratik yönetim anlayışının yerleşmesi olmuştur. Anayasalar, bu bağlamda hem hukuki hem de toplumsal düzenin temel taşları olarak önemli bir role sahiptir.

Anayasa mahkemesi kararlarının iktidar tarafından tanınmaması, hukukun üstünlüğü ve anayasal düzen açısından ciddi bir sorun teşkil etmektedir. Bu durumun, devletin anayasal düzenine zarar verdiği, demokrasiyi zedelediği ve kişi hak ve özgürlükleri üzerinde olumsuz etkiler yarattığı unutulmaması gereken bir gerçektir. Bu tutumun anlamı ve potansiyel zararlarını şöyle açıklayabiliriz:

Bu tutum ne anlama gelmektedir?

Hukukun Üstünlüğünün İhlali: Anayasa mahkemesi, anayasanın koruyucusu ve hukukun üstünlüğünün güvencesidir. Bu mahkemenin kararları bağlayıcıdır ve tüm devlet organları, bu kararlara uymak zorundadır. Yürütme organının (iktidarın) anayasa mahkemesi kararlarını tanımaması, hukukun üstünlüğünü ihlal etmek anlamına gelir. Bu durum, yürütme organının kendi eylemlerini denetleyen yargı organını göz ardı ettiğini ve anayasal yükümlülüklerini yerine getirmediğini gösterir.

Kuvvetler Ayrılığı İlkesinin Zayıflaması: Demokratik devletlerde kuvvetler ayrılığı ilkesi, yasama, yürütme ve yargı organlarının birbirinden bağımsız çalışmasını öngörür. Anayasa mahkemesi kararlarının tanınmaması, yürütme organının yargı organı üzerinde baskı kurma çabasıdır aynı zamanda. Bu durumun, kuvvetler ayrılığı ilkesinin zayıflamasına ve devletin farklı güçleri arasında denge mekanizmasının bozulmasına yol açacağı açıktır.

Demokrasi ve Kişi Hak ve Özgürlükleri Açısından Zararları Nelerdir?

Demokratik Yapının Bozulması: Anayasa mahkemesi kararlarına uymamak, demokratik yönetimin temel ilkelerine aykırıdır. Demokratik devletlerde, tüm devlet organları anayasal düzen ve hukukun üstünlüğü çerçevesinde hareket eder. Yargı kararlarının yok sayılması, demokrasiye olan güveni sarsacak ve otoriter eğilimlerin güçlenmesine yol açacaktır. Ayrıca, demokratik denetim ve denge mekanizmalarının işlevsiz hale gelmesine ve iktidarın kontrolsüz güç kullanmasına sebep olacaktır.

Kişi Hak ve Özgürlüklerinin Tehlikeye Girmesi: Anayasa mahkemesi, kişi hak ve özgürlüklerini koruyan bir yapı olarak önemli bir rol oynar. Mahkemenin verdiği kararlar, genellikle devletin kişi hak ve özgürlüklerine yönelik müdahalelerini sınırlamayı amaçlar. Yürütme organının bu kararları tanımaması, bireylerin anayasal güvencelerden mahrum kalmasına ve hak ihlallerine açık hale gelmesine neden olacaktır. Bu durum, ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü, toplantı ve gösteri yapma hakkı gibi temel hakların ihlal edilmesini de beraberinde getirecektir.

Hukuk Devleti İlkesinin Zedelenmesi: Hukuk devleti ilkesi, devletin tüm eylem ve işlemlerinin hukuka uygun olması gerektiğini öngörür. Anayasa mahkemesi kararlarının tanınmaması, bu ilkeyi doğrudan zedeleyecek ve devletin keyfi yönetimine kapı aralayacaktır. Bu da vatandaşların hukuki güvenliklerini ve devlet karşısındaki koruma mekanizmalarını zayıflatacaktır.

Toplumsal Güvenin Azalması: Anayasa mahkemesi kararlarına uyulmaması, kamuoyunda yargıya ve genel olarak adalet sistemine olan güveni zedeleyecektir. Hukuki belirsizlik ve adaletsizlik duygusunun, toplumsal huzursuzluğa yol açabileceği ve toplumun devlete olan güvenini sarsacağı unutulmamalıdır.

Sonuç olarak, anayasa mahkemesi kararlarının yürütme tarafından tanınmaması, sadece hukuki bir sorun yaratmayacak; aynı zamanda demokratik düzenin ve kişi hak ve özgürlüklerinin korunması açısından da ciddi sonuçlar doğuracaktır.

Bu tür tutumlarda ısrarla devam edilmesi sonucunda, artık Türkiye’de demokratik denetim mekanizmaları zayıflamıştır, hukukun üstünlüğü ve dolayısıyla anayasal düzen tehlike altına girmiştir.

Anayasa mahkemesi kararlarının tanınmaması, anayasal düzene aykırı bir eylemdir.

Hukukun Üstünlüğü ve Anayasa Mahkemesi Kararlarının Bağlayıcılığı

Anayasa Mahkemesi kararları, Anayasanın yorumlanması ve uygulanması açısından nihai ve bağlayıcıdır. Anayasaya aykırılık durumlarını ortadan kaldırmak ve devlet organlarının anayasal sınırlar içinde hareket etmesini sağlamak için bu mahkemenin kararlarına uyulması zorunludur. Kararların tanınmaması veya uygulanmaması, hukukun üstünlüğü ilkesini ihlal edecek ve anayasal düzeni zedeleyecektir.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'na göre, Anayasa Mahkemesi kararları tüm devlet organlarını, idare makamlarını ve gerçek ve tüzel kişileri bağlar. Bu bağlayıcı hükümlere rağmen kararların tanınmaması veya uygulanmaması durumunda, bu eylemlerin ilgili kanunlar çerçevesinde "görevi kötüye kullanma" veya "görevi ihmal" gibi suçlar kapsamında değerlendirilmesi gerekir.

Görevi Kötüye Kullanma veya İhmal

Kamu görevlilerinin görevlerini yerine getirirken yasalara ve mahkeme kararlarına uygun davranmamaları, Türk Ceza Kanunu'na göre suçtur. Özellikle yürütme organı mensupları, Anayasa Mahkemesi kararlarını uygulamaktan kaçınırlarsa, bu durum "görevi kötüye kullanma" suçunu oluşturacaktır. Bu tür suçlar, ilgili kamu görevlileri hakkında disiplin cezaları veya cezai yaptırımları gerektirir.

Anayasayı İhlal Suçu

Anayasayı ihlal suçu, özellikle anayasal düzenin değiştirilmesi veya ortadan kaldırılması amacıyla yapılan eylemleri kapsar. Anayasa Mahkemesi kararlarının sistematik olarak tanınmaması, anayasal düzeni değiştirme veya ortadan kaldırma amacı güdülüyorsa; "anayasayı ihlal suçu" olarak değerlendirilebilir. Bu tür bir suç, genellikle çok ağır cezalarla karşı karşıya kalınmasına yol açabilecektir.

Siyasi ve İdari Sonuçlar

Anayasa Mahkemesi kararlarına uyulmaması, sadece hukuki sonuçlar doğurmakla kalmaz, aynı zamanda siyasi ve idari sonuçlar da doğuracaktır. Bu tür bir tutumun, siyasi krizlere, kamuoyunda güven kaybına ve devletin uluslararası düzeyde itibar kaybına yol açması kaçınılmazdır. Ekonomik krizle mücadele eden Türkiye'nin uluslararası itibarının zedelenmesi verilmekte olan ekonomik mücadeleyi zora sokacak ve geniş halk kesimlerince yapılan tüm fedakarlıkların çöpe gitmesine neden olacaktır.


464 Görüntülenme Sayısı
Kategori : GÜNCEL
  

Sizin Yorumlarınız Bizim İçin Önemli *