KIBRIS'TA SON DURUM
Dr. Nejat Tarakçı
Jeopolitikçi ve Stratejist
ntarakci@gmail.com
Giriş
Makaleye göz atanlar, çok iddialı ve kötümser bir başlık olduğunu iddia edebilirler. Amacım 43 yıl önce özgürlüğe ve can güvenliğine kavuşan Kıbrıs Türklerini ve 34 yaşında hala bir devlet yapısı kuramamış KKTC siyasilerini son defa uyarmaktır. Üç yıl sonra Nisan başında tekrar KKTC’ye gitmek kısmet oldu. Üç yıl önce kaleme aldığım 40 Yıl Sonra KKTC: Devlet mi, Eyalet mi? Adlı yazımda, gördüğüm eksiklikleri ve çözüm önerilerini dile getirmeye çalışmıştım. Bu son seyahatim benim için daha da üzücü oldu. KKTC hala devlet olmanın gereklerini yerine getirememişti. Örneğin hala toplumu kucaklayacak Türklük ve Kıbrıslılık bilincini ve gururunu verecek bir milli marş yapılmamıştı. Ortak bir kültür yaratılamamıştı. Büyük bir kimlik kargaşası var. Genelde iklimin, sakinliğin etkisi ve özgürlük hissinden olsa gerek görünürde herkes yaşamından memnun gözüküyor. Kişi başına düşen 14 bin dolar bunun nedenini bir ölçüde açıklayabiliyor. Ancak ekonomik, güvenlik, sosyal ve kültürel yaşamın giderek daha da bozulacağı endişesi çok yaygın halde. Yakınma ve şikâyetler, yolsuzluk, adam kayırma ve rüşvet üzerinde odaklanıyor. Şu andaki KKTC, içeride ve dışarıda her kesimin kendisine bir şekilde menfaat sağladığı uluslararası bir serbest bölge izlenimi veriyor. Kıbrıs Türk kesiminin her alanda geriye doğru gitmekte olduğunu ve bu ivmenin hala devam ettiğini gözlemledim. Bu cennet potansiyeli olan topraklarda özgürlük ve bağımsızlığını kazanmış bir toplumun neden bu zamana kadar ortak bir kimlik, kültür ve ülkü yaratamadığının cevabını acilen bulmak zorundayız. Aksi takdirde siyasi bir çözüm olmasa bile sadece adı devlet olan kendi topraklarında hapsedilmiş ve Türkiye’nin yardımları ile ayakta duran bir toplumla karşı karşıya kalacağız. Oysa Lefkoşa’daki Venedik sütununu kaidesi altında şöyle yazıyor: Bu ülkenin insanları güzelliğin ve zenginliğin değil, bozulmamış inancın düşkünüdürler.
KKTC’nin Nüfus Yapısı ve Sorunlar
KKTC’de yaşayan, çalışan ve oturan genelde beş sosyal kategoride Türk bulunmaktadır.
· Birincisi, doğma büyüme Kıbrıslı Türk olup 1974 Barış Harekâtından önce de Rumlarla birlikte karışık şekilde yaşayan Türkler
· İkincisi, 1974 sonrası Kuzey Kıbrıs’ta vatandaşlık ve toprak verilen gazi ve şehit askerler ve onların aileleri
· Üçüncüsü, daha sonra istekle Kuzey Kıbrıs’a yerleşmelerine izin verilen ve vatandaşlık hakkı tanınan Türkler
· Dördüncüsü, Kıbrıslı Türklerle evlenerek vatandaşlık hakkı alan Türkler
· Beşincisi, her yıl izin almak suretiyle KKTC’de çalışan ve vatandaşlık hakkı olmayan Türkler
· Türklere ilave olarak kaçak çalışan ve ucuz iş gücü sunan çoğu öğrenci Asyalı (Hintli, Filipinli, Bangladeşli, Pakistanlı) ve Afrikalılar
Yukarıdaki farklı sosyal haklara ve hukuki statüye sahip Kıbrıs’ta yaşayan Türkleri ortak bir kesitte buluşturacak tarihsel, ideolojik, kültürel ögeler yaratılamamıştır. Devlet mi milleti yaratır, millet mi devleti yaratır? Sorusunun cevabını doğru ortaya koymamız lazım. KKTC’deki yönetim yapısı ve siyasilerin arasındaki anlaşmazlıklar dikkate alındığında bu soruyu cevaplamak çok zor. Devlet olamayan KKTC, 34 yılda milletini yaratamazken, Kıbrıs Türkleri de 43 yıldan bu yana devletini yaratamamıştır. Bu noktada Türkiye’nin başından beri eksik olmayan ve hala devam eden ekonomik yardımları Kıbrıs Türklerini rehavete mi sevk etmiştir diye düşünmeden edemiyorum. Saygın bir Kıbrıslı Türk, bol bol üniversite açtık, çocuklarımızın hepsi üniversite mezunu olsun dedik, şimdi çiftçi, muslukçu, elektrikçi, çatıcı, tamirci bulamıyoruz dedi. Yüksek memur ve emekli maaşlarının da toplumu rehavete sürüklediği ve diğer gruplar ile potansiyel bir çatışma ortamı yarattığını söyleyenler de var. Memur istihdamının ne durumda olduğunu görmek için Lefkoşa postanesine gitmeniz ve görev dağılımını görmeniz yeterlidir. AB destekli Rumların uyguladıkları plan ve stratejiler, KKTC’deki siyasi partileri, sendikaları, dernekleri ve bir kısım halk üzerinde etkilerini giderek artırmaktadır. Yeni Kıbrıs Partisi (YPG) adlı parti, Türkiye’nin Kıbrıs’ın Münhasır Ekonomik Bölgesi (MEB) içinde petrol aramasına karşı çıkmasının, çözümü engelleyeceği görüşünü açıkça deklare edebiliyor. Türklerden bir kısmı kendilerini Türkçe konuşan Kıbrıslılar olarak tanımlayabiliyor. Bunlar 1571’den bu yana her zaman Kıbrıs’ta var olmuş Türk kimliğini bu kadar kolay reddedebilecek hale nasıl gelmişlerdir? Kıbrıs Adası bundan 20 yıl öncesinin adası değildir. Çünkü Doğu Akdeniz artık dünya jeopolitiğinin Kalpgahı (Heartland) haline gelmiştir. Bu bağlamda KKTC’nin varlığı, Türkiye’nin savunma ve güvenliği yanında, bölge ve dünya ölçeğinde var olmasının da anahtarıdır.
KKTC’de Güvenlik, Emniyet ve Asayiş Sorunu
KKTC’nin savunma ve güvenliğinin sorumluluğu 1974 Barış Harekâtından bu yana adada bulunan Türk Silahlı Kuvvetlerine verilmiştir. Bu bağlamda 1976’da kurulan ve Kıbrıslı Türklerden oluşan Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı da dış güvenlik açısından Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığına (KTBK) bağlıdır. Ancak Polis teşkilatı ile Sahil Güvenlik Komutanlığı da Güvenlik Kuvvetleri teşkilatı içinde yer almaktadır. Güvenlik Kuvvetleri yasal bağlantı olarak doğrudan Başbakana bağlıdır. Bu noktada iç ve dış güvenlik konularında bir görev ve sorumluluk belirsizliği veya çakışması olduğu söylenebilir. KKTC 34 yaşındadır. Türk ordusu 43 yıldan beri adadadır. KKTC’de yaşanan ulusal ve uluslararası suçlarla mücadelede askerlerin uzun süredir doğrudan veya dolaylı olarak sürdürdükleri bu sorumlulukların artık Türkiye ve Batı demokrasilerinde olduğu gibi, doğrudan siyasi otoriteye devredilmesi uygun olacaktır. Çözüm görüşmeleri devam ederken KKTC’nin devlet olma imajını zayıflatan güvenlik odaklı eski idari yapının düzenlenmesi de uluslararası hukuk açısından avantaj sağlayacaktır. İhtiyaç halinde zaten organik temas içinde bulunulan Güvenlik Kuvvetleri ile KTBK arasındaki koordinasyon Başbakanlık kanalıyla kolaylıkla sağlanabilecektir. Böylece KTBK ve Güvenlik Kuvvetlerinin iç güvenliğe ve asayişe yönelik görevleri azalırken, hükümet kaçakçılık başta olmak üzere, asayiş, trafik düzeni ve diğer uluslararası suçlar konusunda artan yakınmaların siyasi sorumluğunu üstlenecektir. Ellerini taşın altına koymak zorunda kalacak seçilmiş ve KKTC halkına karşı sorumlu olan siyasiler, iç güvenlik, asayiş ve emniyet konusunda artık olaylar karşısında askeri suçlama kolaylığına da kaçamayacaklardır. 2015 tarihli bir habere göre son dört yıldan bu yana KKTC’de uyuşturucu madde bağımlılığından dolayı Barış ve Ruh Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde (BRSH) yatılı tedavi görenlerin sayısında yüzde 370 oranında artış olduğu anlaşılmaktadır. Alkol bağımlılığında ise yüzde 48’lik bir artış yaşanmıştır. 2017’deki durumun daha iyi olmasını umuyoruz.
KKTC’de Devam Eden Sorunlar
2011 nüfus sayımındaki rakamlara dayanarak 2015 itibariyle KKTC nüfusunun 300 bin olduğu tahmin edilmekte ve bugün itibariyle Bu rakamın 500 bine yükseldiğine inanılmaktadır. İyi bir yönetim için nüfusun takibi çok önemlidir. Neden aradan beş yıldan daha fazla zaman geçtiği halde yeni bir nüfus sayımı yapılmıyor, Rumlar mı bekleniyor, bir şeyden mi çekiniliyor? Beş günlük izlenimlerime, yerinde yaptığım sohbetlere ve KKTC’de yaşayan her kategorideki insanlarla yaptığım görüşmelere göre KKTC’nin sosyal ve kültürel yapısını etkileyen tespitler aşağıdadır. Sözlü edinilen bilgilere göre;
· KKTC’de çeşitli amaçlarla faaliyet gösteren 30 gece kulübü bulunmaktadır. KKTC, kumar, seks ve uyuşturucu adası olarak nitelendirilmektedir.
· 11 üniversitede yaklaşık 110 bin öğrenci eğitim görmektedir. Bunlardan bir kısmı eğitimi bırakmakta KKTC’de kaçak olarak çalışmakta ve aile dahi kurmaktadır. Bunların ülkelerine iade edilmeleri sorun haline gelmiş durumdadır.
· Lefkoşa ağırlıklı olmak üzere Osmanlı’dan kalan kültürel mirasın korunması için çalışan Vakıflar İdaresine ait 2200 bina bulunmaktadır. Bunların bir kısmı kiradadır. Bir kısmı da yenileme sırası beklemektedir. Bu faaliyetler hem çok yavaş yürümekte hem de yolsuzluk söylentileri bulunmaktadır
· KKTC’de 40 yılda 39 hükümet değişmiştir. Bu durum hala neden bir devlet haline gelinemediğini açıkça göstermektedir.
· Türkiye’den KKTC’ye kullanma ve içme suyu olarak yılda 75 milyon m3 su sağlayan sistem 2016’da açılmıştır. KKTC tarafındaki sulama kanalları hala bitirilmediğinden suyun boşa aktığı söylenmektedir.
· KKTC’nin milli hasılası 4 milyar dolar, ithalatı 1,7 milyar dolar ihracatı 130 milyon dolardır. Bu kaynağın büyük kısmı 43 yıldan bu yana KKTC’yi destekleyen Türkiye tarafından sağlanmaktadır. Türkiye’nin yaptığı alt yapı yatırımlarını söylemeye gerek yok. Ama KKTC hükümetlerinin ne kadar başarılı olduğu ortadadır.
· KKTC’nin en önemli Turistik şehri Girne ve onun tarihi limanıdır. Limandaki Venedik döneminden kalma Harnup (keçiboynuzu) depolarının tamamı bar ve restoran olmuştur. Bunlardan biri tarihi örnek depo olarak muhafaza edilmelidir.
· KKTC’de fiyatlar çok yüksektir. Narenciye deposu KKTC’de, normal bardak portakal suyu 5, büyük bardak 7 liraya satılmaktadır.
· Girne limanındaki işletmelerin ihale ile belirli kişilere verildiği söyleniyor. Genel olarak bu işletmelerde hem sağlığa uygunluk sorunu var hem de fiyatlar çok yüksek.
· Bir kısım Türkler çocuklarını Rum tarafındaki paralı İngiliz okullarına göndermektedir. Bu uygulama diğer Türklerin tepkisini çekmektedir.
· Legal kumarhanelere ilave olarak Girne’de yeni gördüğüm tombala salonları açılmış ve her saat kalabalık. Çoğunluğu öğrenci olan kişiler buralarda paralarını heba etmektedirler.
· Alkollü içkiler çok ucuz. Vergisiz olduğundan olsa gerek. Bu durum özellikle öğrencilerin içkiye ulaşmasını kolaylaştırıyor. Mutlaka önlem alınmalı.
· Girne’de özellikle Türkiye’den gelen şehit ve gazi aileleri ve yakınlarının ziyaret ettiği Karaosmanoğlu Şehitliğinin yanında bir müze bulunmaktadır. Bu müze genelde hafta sonları KKTC’ye gelen Türkler tarafından ziyaret edilmektedir. Ancak gelin görün ki Pazar günü gittik, müze kapalı. Nedenini sorduk. Bakanlık, memurun fazla mesai ücretini veremiyormuş? Dünyanın her yerinde müzeler hafta sonları açıktır. Ki, bu uygulama Kıbrıslı Türklere özgürlük ve bağımsızlığını kazandıran şehitlere, onların ailelerine ve de milli hislerle gelen ziyaretçilerine saygısızlık ve hatta hakarettir.
Sonuç ve Çözüm Önerileri
Tarihsel süreç içinde Kıbrıs’taki Türk kimliği sürekli bir değişim içinde olmuştur. Rum mezalimleri ve katliamları bu kimliğin oluşmasındaki en son faktörlerden biridir. Diğer taraftan Kıbrıslı Türklerin, 1878’den bu yana İngiltere idaresi altındaki süreçte oluşan çok farklı bir kültürün de etkisi altında olduğunu kabul etmek gerekiyor. 1960-1974 arasındaki süreçte savunma refleksi içinde doğal olarak oluşan milliyetçilik, var olmanın en büyük faktörünü oluşturmuştur. Kıbrıslı Türklerin bu kimlik kargaşası 1991’de Sovyetlerin dağılması ile yeni bir safhaya girmiştir. Küresel Ekonomik Sistem, tanınmasa, bile bir şekilde KKTC’ye yatırım yapmaya başlamıştır. Bu bağlamda üniversiteler ve turizm yatırımları ile özellikle adada her türlü hakka sahip İngilizler için emlak piyasasında büyük fırsatlar ortaya çıkmıştır. 2006 yılı Kıbrıs Türkleri için bir kırılma noktasını oluşturmuştur. Tek taraflı AB’ye alınan Kıbrıs, Kıbrıslı Türklerde yeni bir kimlik bunalımına yol açmıştır. AB’nin sağladığı haklar özellikle bugün ikinci kuşak gençler için büyük bir cazibe yaratmaktadır. Rumlar, bu kuşaklara verdiği AB kimlikleri ile dolaylı bir asimilasyon politikası yürüterek kaleyi içerden fethetmeye çalışmaktadır. KKTC, bölgedeki belirsiz jeostratejik durum ve güç mücadelesi bağlamında Türkiye ile birlikte vakit geçirmeden radikal kararlar almalıdır. Öncelikle yukarıda sıralanan sorunların çözümü için, siyasi ve idari sistem yeniden yapılandırılmalıdır. Savunma Bakanlığı olmayan bir devlet düşünülebilir mi? Rumların KKTC gençleri üzerindeki özendirici girişimlerini engelleyecek tedbirler alınmalıdır. KKTC’nin demografik yapısı nitelik ve nicelik olarak kendini idare edebilecek seviyede değildir. Bu nedenle, yıllara yayılacak şekilde özellikle tarım alanındaki proje ve yatırımlara dayalı olarak en az 50 bin kişilik kaliteli iş gücü ile takviye edilmelidir. İsrail proje temelli olarak Çin ile 20 bin kişilik iş gücü anlaşması yapmıştır. Eğitim sistemi tamamen milli karakterli olmalıdır. Milli marş başta olmak üzere toplumu birleştirecek ideolojik sembol ve idoller yaratılmalıdır. Kıbrıs Rumları, Enosis kılıcını kınından çıkarmışlardır. Adada artık hangi şekilde olursa olsun siyasi bir çözüme ulaşılamayacağı açıktır. Bu nedenle KKTC, artık kendi ayakları üzerinde duracak yeni bir idari yapılanmaya gitmelidir. Böylece öncelikle ambargoların kalkması ve arkasından tanınması daha da kolaylaşacaktır. Rum kesimi ile fiziki irtibat tamamen kesilmedikçe, ne Rumların ne de AB’nin baskısı ortadan kalkmayacaktır. Türkiye’ye gelince, Türkiye, KKTC’deki yatırım plan ve projeleri başta olmak üzere tüm yönetimsel faaliyetleri sürekli izleyecek ve gerektiğinde yardım ve denetim sağlayacak bir idari mekanizmayı faaliyete geçirmelidir. 34 yılda KKTC’deki Elçiliğin bu iş için yeterli olmadığı ortadadır. Hatta Ankara’da Kıbrıs Bakanlığı veya çok yönlü çalışacak Kıbrıs Genel Müdürlüğü kurulmalıdır. Kıbrıs Türklerinin Girit ve Rodos Türklerinin içine düştüğü duruma düşmesine meydan vermeyelim. Türkiye, KKTC’nin tanınması atağına geçmeli ve bunu ısrarla her türlü diplomatik ilişkide sürdürmelidir. Amacımız KKTC’yi el birliği ile gerçek ve bağımsız bir devlet niteliğine yükseltmek olmalıdır. Çünkü KKTC artık bizim yavru vatanımız değil, en kıymetli kardeş vatanımızdır.
1610 Görüntülenme Sayısı