PUTİN İKTİDARININ SONU YAKLAŞIYOR OLABİLİR
Ataalp Pınarer
İstanbul’un Türkler tarafından fethi sonrasında, yeni Bizans olmaya heveslenen Moskova’da, bu hedef konusunda gerçek olan tek şey Bizans entrikalarının siyasi geleneğe yerleşmesi oldu. 1917 Devrimi ertesinde, Sovyet ve 1991 sonrası güncel Rusya tarihi bize Rusya’da iktidarın genellikle saray içi darbe ile değiştiğini ve yeni iktidar sahiplerinin yine yönetici elitler arasından çıktığını gösteriyor. Bu durum adeta, Rusya siyasi tarihinin bir geleneği haline dönüşmüş durumda.
Putin’in iktidara gelişi birçok karanlık nokta barındırıyor ve iktidara nasıl gelinirse öyle gidileceğini çok iyi bilen Putin’in endişelendiğini gösteren birçok emare artık belirmeye başlamış durumda. Putin’in birkaç ay önce doğrudan kendine bağlı bir askeri birim oluşturması belki de bunlardan en önemlisi.
Putin, Başkanlık Ofisi İcra Birimi Başkan Yardımcılığı, daha sonra Birinci Başkan Yardımcılığı görevleri ertesinde; 1999 yılında Devlet Başkanı Boris Yeltsin tarafından Başbakan olarak atandı. 2000 yılında başkanlık seçimlerini % 53 oyla kazanarak iktidarı ele geçirdi ve bir daha da bırakmadı. Ancak Putin’in iktidara gelişi bazı karanlık noktalar içeriyor. KGB geçmişi bilinen Putin’in Rus Derin Devleti tarafından iktidara getirildiğine yönelik genel bir kanı mevcut.
Eylül 1999’da Moskova’da meydana gelen ve 224 kişinin ölümüne neden olan patlamalar üzerinde Putin’i suçlayıcı çok ciddi iddialar mevcut. Bu bombalamaların failleri henüz bulunamamış durumda. Ancak suç kısa sürede Çeçen ayrılıkçıların üzerine atılmış ve bu bombalamalar Putin yönetiminin Çeçenistan’da giriştiği çok sert saldırıya bir bahane olarak kullanılmıştı. Ayrıca, bu sert politika neticesinde Çeçen direnişinin kırılması, Putin’in popülaritesini arttırmış ve seçilmesinde önemli bir rol oynamıştı.
GQ dergisinin Rusya’da yasaklanan bir makalesi Putin veya Rus hükümetinin bu bombalı saldırılarda parmağı olduğunu iddia etmekteydi. Ayrıca eski bir KGB Ajanı olan Alexander Litvinenko 1999 yılındaki bu bombalı saldırılar için Putin’i suçlamış ve bu suçlamalardan bir süre sonra, 2006 yılında Rus Gizli Servisi tarafından radyoaktif materyal polonyum ile zehirlenerek öldürülmüştü.
İçerde Çeçenistan’ı acımasızca ezerek, “Çeçen Sorunu”nu halleden ve gücünü pekiştiren Putin, dış politikada Çarlık döneminin emperyalist saldırganlığını örnek almaya başladı. Ona göre Sovyet Devleti ve dolayısıyla Çarlık Rusya’sı dâhilinde olan tüm ülkeler tekrar Rusya’ya ait olmalıydı.
2007 ekonomik krizinin patlak vermesi ile uluslararası konjonktürün uygun hale geldiği düşünülmüş olsa gerek; 2008 yılındaki Gürcistan saldırısı Rusya’nın müteakip saldırgan ve revizyonist hamlelerinin adeta habercisi oldu. 2014 yılında Ukrayna’ya bağlı Kırım ilhak edildi ve doğu Ukrayna’da ayrılıkçılar her türlü silah, mühimmat ve özel harp yöntemleri ile desteklenerek iç savaş çıkartıldı. 2015 yılında IŞİD’le mücadele bahanesiyle; Suriye’de yıkılmak üzere olan zorba Esat rejimini desteklemek için, ağırlığı savaş uçakları ve saldırı helikopterlerinden oluşan hatırı sayılır bir kuvvetle Suriye’ye müdahale edildi. Amaç tabi ki doğu Akdeniz’de ellerinde bulunan yegâne askeri üslerin muhafazası ve gelecekte elde tutulmasıydı.
Son günlerde Putin yönetiminin bazı söylem ve manevraları bir şeylerin değişmekte olduğunun işaretlerini taşımakta. Putin halk muhalefetinden değil ancak; büyük ihtimalle yönetimi paylaştığı elitlerden kaynaklanan muhalefetten endişelenmekte olabilir.
25 Mayıs Çarşamba günü tutuklu bulunan Ukraynalı pilot Nadezda Savçenko salıverildi. Ayrıca ayrılıkçıların hâkim olduğu doğu Ukrayna’daki Donbas şehrine Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT)’nın gözlemci göndermesine izin verilebileceği yönünde işaretler var.
Rusya’nın Ukrayna ve Kırım krizleri sonrasında; özellikle Baltık Denizi olmak üzere batı sınırlarındaki asker yığınağı, hava sahası ihlalleri gibi gerginliği artırıcı faaliyetlerinde azalma meydana geldi, daha uzlaşmacı bir yaklaşım gösterilmeye başlandı.
Suriye’de sivil ve savaşan ayrımı yapmayan hava saldırıları, muhtemelen geçici de olsa, durduruldu.
26 Mayıs Perşembe günü Pytlivy adlı Rus savaş gemisinin boğazdan geçişi sırasında güvertesinde, silahlı asker ve füze değil ama mavi üniformalar içinde Boğazı ve İstanbul’u selamlayan ve fotoğraf çeken personeli vardı.
27 Mayıs Cuma günü Putin ziyaret için geldiği Yunanistan’da Türkiye’ye adeta göz kırptı. İlk adımı Ankara’dan beklediklerini işaret etmekle birlikte; farklı kanallardan diplomatik temasın devam ettiğini vurguladı. Uzlaşı arayışı konuşmasının ana temasıydı. Ayrıca Suriye’deki PYD/YPG ABD işbirliğinin Ankara’da ciddi sıkıntılara yol açtığı bir zamanda; Suriye’de Kürt devleti kurulması konusunda “bu bizim işimiz değil, ilgilenmiyoruz” cümlesi de göz kırpmanın üstüne ilave bir gülücük gibi oldu.
Tüm bu manevralar AB’de Rusya karşıtı yaptırımların uzatılmasının oylanacağı 31 Temmuz’dan önce Avrupa başkentlerini etkileme amacını taşıyor olabilir. Ancak tabi ki her şey bu kadar basit olamaz. Tüm bunlar ABD ve AB yaptırımlarının, yavaş da olsa etkisini göstermeye başlamış olabileceğini göstermekte. Moskova, bütçe dengesi için petrol ve doğal gaz satışını artırmak zorunda ancak, bu konuda belki de tek ümidi artık rafa kalkmış olan Türk Akımı hattının tekrar masaya konması.
Bunun yanında; Türkiye tarafından sürüncemede tutularak Rusya’da maddi kayba yol açan Akkuyu nükleer santrali ile milyonlarca Rus vatandaşının ucuz ve kaliteli tatil ve ucuz sebze meyve yeme imkânından yoksun bırakılmasının Rus toplumunda yarattığı moral bozukluğundan bahsetmeye dahi gerek yok.
Suriye’de verilen kayıpların Rus halkı ve yönetici elitler üzerinde nasıl bir etki oluşturacağı ayrı bir muamma. 14 Mayıs günü Suriye’de Rus Askeri üssüne IŞİD tarafından gerçekleştirilen bir saldırı sonucu, 4 adet Mİ-24 saldırı helikopteri ve 20 araç imha oldu ve bir depo ağır hasar gördü. STRATFOR uydu fotoğraflarıyla bu saldırıyı ve verilen zayiatı doğruladı. IŞİD’in ana hedeflerinden birisinin Rusya’ya ikinci bir Afganistan hezimeti yaşatmak olduğu bilinmez bir sır değil. Moskova, başta Suriye olmak üzere, tüm dünyada aşırılıkçı terörün hedefi haline geldiklerinin farkında. Suriye’den çekilme kararları bu farkındalığı yansıtıyor olabilir.
Ancak, tüm bunlardan çok daha önemli olan konu sızdırılan Panama Belgelerinin ortaya koyduğu, Putin’e ait gizli servet ve kirli para ilişkilerinin neden olabileceği gelişmeler. Eğer kendisini iktidara getiren yönetici elit ondan vazgeçerse Putin bir Saray darbesi ile gönderileceğinin farkında. Zaten Panama belgeleri skandalından hemen sonra Putin’in doğrudan kendine bağlı bir güvenlik gücü oluşturulacağını açıklaması son derece manidar. Bu hamle saray darbesi heveslilerine bir gözdağı olsa da; son tahlilde adeta gelenek haline gelmiş bir iç siyasi mekanizmanın her zaman muhtemel bir seçenek olabileceği göz önünde bulundurulmalı.
3811 Görüntülenme Sayısı