Dr. Nejat Tarakçı
Jeopolitikçi ve Stratejist
ntarakci@gmail.com
Giriş
Bugün ülkemizde en az 15 yaşında olanlar hem ulusal hem de uluslararası terörün ne olduğunu iyi bilirler. Terör, tarifi ve her kesimden insana ne zaman acı vereceği belli olmayan bir olgudur.
Yeni Dünya Düzeni veya küresel ekonomik sistem toplumsal dayanışmayı zayıflatırken, bireysel rekabeti üst düzeye çıkardı. Gelir dağılımı had safhada bozuldu. Gelir dağılımındaki eşitsizlik ve işsizlik tüm dünya toplumlarında büyük sarsıntılar yarattı. Avrupa’nın insan odaklı sosyal devlet anlayışı yıkıldı. Ortak toplumsal değerlerle bütünleşen insana has; özgürlük, acıma, sevgi, dayanışma, paylaşma, direnme, mücadele ruhu gibi özellikler büyük ölçüde kayboldu. Çalışanlar için çoğu yerde gizli bir angarya var. İşini kaybetme korkusu, bir kişinin birkaç kişinin işini yapmasını ve çalışma saatlerinin uzamasını kabul edilebilir hale getirdi. Bütün dünyada işçi sendikaları işlevlerini kaybetti. Çünkü devletler de buna zorlandı. Uluslararası sermaye, ucuz işgücü pazarları ile satın alma gücü yüksek pazarlar arasında mekik dokuyor. New York’ta telefonla verilen pizza siparişinin Yeni Delhi’den, İstanbul’da verilenin ise Erzurum’dan alındığı dijital çağda insan hayatta kalmak için her şeye katlanmak zorunda bırakılıyor. Amerika ve Avrupa devletleri bu sosyolojik travmayı nasıl düzelteceklerini tartışıyorlar. Yani, artık kapitalizm tartışılıyor. Bu ekonomik düzensizliğin uluslararası terörizmin esas nedenlerinden biri olduğunu ileri sürenler de var. Sistem, politik ve toplumsal liderliği de tasfiye etmiş durumda. Terör neticede temel olarak insan faktörüne dayanmaktadır. İnançsal, finansal, ideolojik faktörlerle aldatılmış, zorlanmış, ikna edilmiş insanlar bireysel veya organize bir terör örgütüne dönüşebiliyorlar. Terörün tarifi olmadığı için teröre bulaşanlar bunları kullanan veya bunlardan çıkar sağlayan siyasi aktörlerce terörist, özgürlük savaşçısı, milis veya yerel muhafızlar olarak adlandırılabilmektedir. Sonuçta dünyamız küresel bir tehdit altına girmiştir. Bu tehdidin daha ziyade neden ABD ve Batı coğrafyalarında faaliyet gösterdiğini iyi analiz etmek gerekir. Terörün en büyük etkisi ülkelerin ve halklarının yaşam kalitesini ve gelecek planlarını olumsuz yönde etkilemesidir. Türkiye 100 milyar dolara yakın kaynağını terörle mücadeleye harcamıştır. Bu parayla Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) tamamlanabilirdi. Bugün Türkiye’nin karşısında sadece ulusal çapta mücadele edilen PKK terör örgütü değil aynı amaca hizmet eden onun türevleri ve diğer uluslararası çapta faaliyet gösteren terör örgütleri de bulunmaktadır. ABD’ye ve AB’ye ilave olarak NATO, BM’ler AGİT gibi kurumsal ve hukuki alt yapıya sahip örgütlerin de pasif durumda kalması, dünyamızı jeopolitik bir durgunluğa (resesyona) sokmuştur. Bu nedenle paralı askerler, terör örgütleri, asker benzeri kuvvetler öne çıkmıştır.
Terör Örgütleri Neden ve Nasıl Ortaya Çıkar?
Bireysel veya organize bir terör örgütünün ortaya çıkmasında birçok sebep vardır. Ancak terörün esas kaynağının insan olduğu dikkate alındığında olayın kökenine sosyolojik, kültürel, ideolojik ve ekonomik faktörler yönünden yaklaşmak gerekir.
Ulusal Çaptaki Terör Faaliyetlerinin Nedenleri
Ülkeler, kuruluşlarından itibaren kendi anayasaları çerçevesinde halklarının refah ve mutluluğu ve ülkelerinin bekası için süratle kalkınmaya çalışırlar. Rejimlerinin tipine göre bu faaliyetler halklar arasında farklılıklar yaratabilir. Bu bağlamda ulusal çaptaki terör faaliyetlerinin oluşumu temelde iki nedenle ortaya çıkar.
· Ülke içinde yönetimsel, gelir dağılımı bozukluğu, inanç, etnik köken ve kimlik tabanlı baskıya maruz kalan bir kesimin mevcudiyeti (Bask ve Ira Modeli) veya
· Ülke içindeki bir grubun dış güçlerin politika ve stratejilerine göre kullanılmak üzere finansal, idari, lojistik yönden desteklenmesi ve sözde bir ideoloji etrafında yönlendirilmesi (PKK, IŞİD, Taliban)
Uluslararası Terörün Kaynak ve Nedenleri
· Birincisi, başta uyuşturucu ve silah kaçaklığı olmak üzere tamamen finansal rekabete ve genelde iç hesaplaşmalara dayalı mafya tipi terör faaliyetleridir. Ancak bu çatışmalarda tamamen masum insanlar ve ülkelerin alt yapıları da zarar görebilmektedir.
· İkincisi, bir ülke içinde veya çevresinde siyasi otonom kazanmak için teröre başvurulması ve bu faaliyetin ortak çıkarlar paralelinde dış güçlerce desteklenmesidir
· Sonuncusu ve sürekli olan terör faaliyetleri ise intikam amaçlı ideolojik ve inanç temelli (cihat) terör faaliyetleridir. Bu faaliyetleri de
- Bireysel nedenler; Küresel güçlerin yaptığı kitlesel saldırılarda ailesini ve yakınlarını kaybedenlerin başlattığı terör
- Milliyetçi nedenler; ülkesini ekonomik olarak sömüren veya siyasi varlığını reddeden küresel güçleri engellemek için başlatılan terör (Filistin Kurtuluş Örgütü)
- İdeolojik ve dinsel nedenler; küresel sistemin modern sömürü şeklinde ortaya çıkan siyasi, finansal gücünü ve İslam düşmanlığını engellemeye yönelik terör ( El Kaide, Taliban, IŞİD, HAMAS)
Terör Örgütlerinin Temel Yapısı
Hangi tip terör örgütü olursa olsun genelde bunların temel özellikleri değişmez. Bunları şöyle sıralamak mümkündür;
· Hepsinin kutsal, dokunulamaz ve seçilmiş bir lideri olması gerekir
· Hepsinin kendilerine uygun bir düşman veya hedef bulmaları gerekir
· Hepsinin mutlaka mali kaynak bulmaları veya almaları gerekir
· Hepsinin kabul edilen düşmanla mücadele için ideolojik bir slogan veya sembole sahip olması gerekir
· Hepsinin paralı veya inanç bağlamında aldatılmış/ kandırılmış veya aşırı derecede ikna edilmiş insan kaynağı bulmaları gerekir
Bu temel özelliklerin hepsi bir bütündür. Bir veya ikisinin eksikliği terör örgütünün yapısını sarsar ve ömrünü kısaltır. Tabii ki en önemli ikisi ve olmazsa olmazı mali ve insan kaynağıdır. Mücadele de bu iki unsur öncelikle ele alınır.
Nükleer Kimyasal ve Biyolojik Terör
Dünyada, 2001 İkiz Kuleler saldırısı dışında büyük çapta organize bir terör faaliyeti olmadı. Günümüzde canlı bomba, kalabalık yerlere bireysel silahlı saldırı ve araçla bombalama şeklinde yapılan terör faaliyetleri ile sıkça karşılaşıyoruz. Harp içinde veya büyük şehirlerde yeraltı treni gibi kapalı mekânlarda yasak olmasına rağmen kimyasal silahlıların da kullanıldığını gördük. Terör örgütleri ile mücadele de kararlılık gösterilemezse veya küresel sistemde insan odaklı iyileşmeler yapılamazsa en tehlikeli silah olan biyolojik silahların da kullanılması olasılığı uzak değildir.
Nükleer güvenlik konusu, uluslararası bir güvenlik sorunu olarak ilk defa Obama tarafından 2009’da Prag’da dile getirildi. Bu yönlendirici konuşmada Başkan Obama şöyle konuştu: Teröristlerin asla bir nükleer silaha sahip olmayacağından emin olmalıyız. Bu küresel güvenliğe en acil ve mutlak tehdittir. Nükleer silahlı bir terörist kitlesel bir tahribe yol açabilir. UAEK başkanına göre greyfurt büyüklüğündeki bir plütonyum nükleer bir silaha dönüştürülebilir. Ama daha olası bir tehlike Kirli Bombadır. Klasik atma ve patlayıcı silahlar kullanılarak küçük miktarlardaki nükleer materyaller ile radyasyon yayılabilir. Buna Kirli Bomba adı verilmektedir. Bu miktarlar, üniversitelerden, hastanelerden ve güvenliği düşük diğer tesislerden elde edilebilir. Kirli Bombalar büyük bir şehri paniğe sevk etmek için yeterlidir. Ayrıca bu bombaların psikolojik, ekonomik ve siyasi etkileri çok daha büyük olacaktır. CIA Başkanı John Bernan Şubat ayında CBS News’a yaptığı açıklamada IŞİD’in daha önce kimyasal silahlar kullandığını ve aşırıcıların, nükleer silah yapımının imkânları dâhilinde olduğu düşünülmektedir demiştir. UAEK verilerine göre 1990’ların ortalarından yani Sovyetler Birliğinin dağılmasından itibaren bugüne kadar yetkisiz kişilerin eline geçme veya çalıntı nükleer materyal kapsamında yaklaşık 2800 illegal trafik tespit edilmiştir. Benzer bir olay da geçen sene Irak’ta meydana gelmiştir. IŞİD’den kaynaklanan nükleer terör riskinin iki yıl öncesine göre daha yüksek olduğu açıklanmıştır.
Terörle Mücadelede Nükleer Bomba Kullanılabilir mi?
Nükleer güvenlik zirvesinden bahsedilirken, 1945’den sonra yeniden bir nükleer bomba kullanılması konusu da tartışılmaya başlandı. Amerikan Başkan adayı Trump bir konuşmasında Avrupa’da ve Ortadoğu’da nükleer silah kullanılabileceğini dile getirirken, Rusya Devlet Başkanı Putin IŞİD’le mücadelede umarım nükleer silahlara ihtiyaç olmaz diye konuştu. 2013 yılında İsrail’in topla Şam’a atılan bir taktik nükleer bomba kullandığı iddia edildi. Ancak konu hakkında hiç haber yapılmadı ve Suriye sessiz kaldı. Veterans Today’in Suriye gezisinde, Rus nükleer araştırmacılarının olay mahalline giderek inceleme yaptığını ve bunun bir nükleer saldırı olduğunu doğruladığını öğrendi. Bu olay IŞİD’le mücadele zor durumda kalındığı takdirde ABD ve Rusya’nın ortak kararıyla taktik nükleer bomba kullanılmasının mümkün olduğunu göstermektedir. Zor durumda kalmanın kıstaslarına gelince, IŞİD’in normal veya Kirli nükleer bomba yapması, bunu ve kimyasal/biyolojik silahları kullanması halinde taktik nükleer bombanın kullanılması mümkündür. Ülkemizin PKK ve IŞİD’le mücadele ederken bu olasılığı da dikkate alması, sınır illerinde NBC tedbirlerin alınması ve eğitimlerinin yapılması son derece önemlidir.
Terörün Soğuk Savaş Sonrası Ortaya Çıkması Tesadüf mü?
Soğuk Savaş dönemi kapalı ve açık ekonomilerin belirli coğrafi alanları sıkı bir kontrol altında tuttuğu bir dönemdi. Her iki bloğun en büyük amacı, üçüncü dünya ülkeleri olarak adlandırılan bağlantısız ülkeler üzerinde nüfuz kazanmaktı. Bu bağlamda bloklar bu ülkeler üzerinde vekâlet savaşları yürütüyorlardı. Örneğin Angola’da Sovyetler ve ABD farklı yerel güçlere destek veriyorlardı. Bazen Vietnam örneğinde olduğu gibi ABD ile Sovyetlerin desteklediği yerel güçler de karşı karşıya gelebiliyordu. Ancak temelde dünya çapında bir terörü ortaya çıkaracak siyasi, ekonomik bir dengesizlik yoktu. Soğuk Savaş bitip Küresel ekonomik sisteme geçildiğinde bütün dengeler yavaş yavaş değişmeye başladı. Bu dengesizliğe ilk reaksiyon ABD’nin 1998’de Kenya ve Tanzanya’daki elçiliklerine yapılan saldırı ile başladı. 2001’de İkiz Kuleler saldırısıyla zirve yaptı. Ve giderek yayılarak, çeşitlenerek devam ediyor. Küresel ekonomik sistemin beyni Finans Kapital Sistem, çok uluslu petrol ve askeri endüstri gelirlerini bankalar ve sigorta şirketleri vasıtasıyla kontrol ve yönlendiren dünya çapında etkili bir sistemdir. İsviçre Federal Teknoloji Enstitüsü, 2011 yılında küresel ekonomi üzerinde orantısız bir şekilde aşırı güç sahibi olan 43 bin uluslararası şirketin analizini yaptı. 1318 şirketin her birisinin ağ içindeki iki ya da daha fazla, ortalama olarak 20 şirketle doğrudan bağlantısı olduğu anlaşıldı. Ayrıca bu şirketler, küresel işletme gelirlerinin yüzde 20’sini ellerinde tutsa da, hisse senetleri aracılığıyla küresel gelirin yüzde 60’ına sahip. Sonuçta, Super-Entity (Süper Birim) adını koydukları ve birbirleriyle çok daha sıkı bağları olan 147 şirket tespit edildi. Bu 147 şirket, küresel ağdaki gelirin yüzde 40’ını elinde tutuyor. Bunların çoğu finansal kurumlar. İlk 20’de;
Barclays Bank, JP Morgan Chase, The Goldman Sachs, Deutsche Bank, Merrill Lynch, Bank of New York Mellon Corp. gibi şirketler var. Sonuçta dünyanın devletler tarafından değil, çok az sayıdaki şirketlerden oluşan bir Süper Birim/Güç tarafından yönetildiği düşüncesinin komplo teorisi olmadığı anlaşıldı. Süper Birim tüm mali piyasalardaki işlemlerin % 95’ini denetleyen 14 büyük firmadan (aile) oluşmaktadır. Bu 14 aileyi de içeren 50 büyük yapılanmanın toplam varlıkları ise 50 trilyon doları geçmektedir. Bu yapılanma 2500 şirket ve 500 milyon çalışana ulaşıyor ve 100 trilyon dolar varlığı kontrol ediyor. Süper sınıfın üyelerinden Blackstone Grubunun CEO’su Stephen Scwarzman; dünyada hemen her sanayi dalında veya sektörde 20-30 insan gelişmeleri belirliyor demektedir. Sermaye çok küçük bile olsa kardan hiçbir zaman imtina etmez. Yeteri kadar kar sermayeyi gayet pervasız hale getirir. Yüzde 10 kar garantisi, onun herhangi bir yere girmesini sağlayacaktır. Yüzde 20’nin garantisi açgözlüleşmesine, yüzde 50 küstahlaşmasına yol açacak, yüzde 100 onu tüm insanlık kurallarını çiğnemeye hazır hale getirecek, kar garantisi yüzde 300’e çıktığındaysa, artık vicdanını rahatsız edebilecek hiçbir suç kalmayacağı gibi, ölüm de dâhil hiçbir tehlike gözünü korkutmaya yetmeyecektir. Böylesine tekel konumundaki bir sömürü çarkına girmiş ülkeler nasıl daha insancıl ve sosyal devlet odaklı projeler üretebilecek ve insanı teröre iten sosyal ve ekonomik şartları nasıl iyileştirebilecek? Özetle küresel ekonomik sistem ve onun dünya ülkelerindeki türev ve uzantıları karlarından vazgeçmedikleri sürece, terörün esas tabanını oluşturan insan kaynağını durdurmak mümkün olamayacaktır. Adil paylaşım, saygınlık, maddi ve manevi tatmin, kaybetmeye tahammül edilemeyecek bir yaşam standardına sahip olamayan insan ve toplulukların terörün pençesine düşmemesi için fazla bir neden kalmamaktadır.
Terörle Mücadele de Nasıl Bir Çözüm
Küresel ekonomik sistemle bütünleşmiş bir ülkede, bireyleri teröre kaptırmamak için yapılabilecek çok şey vardır. Öncelikle aile yapısını ekonomik olarak güçlendirirken çocukları küresel sistemin dijital etki alanlarından koruyucu tedbirlerin alınması gerekir. Bunu yaparken yasaklardan ziyade, özgür düşüncenin öne çıkması, bireyin kendi kararlarını kendi verecek bir eğitimle donatılması gerekir. Bu bağlamda akıl ve bilime dayalı bir eğitim ve geleneksel toplum değerlerinin korunması önemlidir.
Kimlik edinme ihtiyacı insanın doğuştan zayıf bir varlık olmasına bağlı bir zorunluluktur. Hiçbir birey toplumsal bir çevre içinde olmadan gelişemez. Toplumdaki aidiyet ve kimlik duygusunun değişebilir olduğu unutulmamalıdır. Kimlik duygusu, yeniliğe ve değişmeye açık bir süreklilik yaşantısıdır. İngiltere’de doğup büyüyen bir Pakistanlı teröre karışabiliyor. Alt kimliğinin etkisinden kurtulamayabiliyor. Bir topluluğun üyelerinin büyük ölçüde görüş birliği içinde olduğu ve onları ortak bir paydada buluşturan kültürel ve sosyal ve psikolojik mensubiyet duygusu olmadan toplumsal birlik ve dayanışma sağlanamaz. Bu nedenle kültürel ve ulusal kimliğimiz nedir? Sorusu gündemden hiçbir zaman düşmeyen hayati ve politik bir sorudur. İnsan evladı belirli bir dine mensup olmadan da yani din kardeşlerinin oluşturduğu müminler topluluğuna katılmadan da manevi ihtiyaçlarını karşılayabilir ve bu anlamda özgün bir inanç kimliği oluşturabilir.
Sonuç
· Dinler kimlik kurucu asli öğe oldukça, dünya barışından ve evrensel bir kimlikten söz etmek boş bir hayal gibi görünmektedir.
· Fanatizmin, etnik terörün ve ideolojik savaşların kimlik siyasetleri üzerinden yapıldığı düşünülürse, kimliğin birleştirici, kaynaştırıcı özelliği kadar ayrıştırıcı, kışkırtıcı, dışlayıcı yani kısacası “ölümcül” olabileceği de akılda tutulmalıdır.
· Küresel ölçekte “insanlık ailesine” mensubiyet, tüm alt kimliklerin üstünde tutulabilirse ancak o zaman evrensel bir kimlikten söz edebiliriz. Küreselleşme” olgusunun bir anlamda bunu sağlayabileceği ileri sürülse de bu görüş, ciddi bir ideolojik saptırma olduğundan aldatıcıdır.
· Şirketler hükümetlerinin izni olmadan her türlü silah ve cephaneyi, malzemeyi kar amacıyla pervasızca satıyorlar. Bunun mutlaka durdurulması ve kontrol altına alınması lazım.
· Küreselleşme, daha doğru bir tanımla küreselleşmiş finans kapitalin “Küreselleştirme” eğilimi, kapitalist ülkeler ittifakının tüm dünyayı bir “Pazar” haline getirmesine ve finans kapitalin karlarını maksimize etme amacına matuf olduğu için dünya barışını sağlaması yapısı gereği mümkün değildir.
· Silah üretici şirketleri hükümetlerinin izni ve haberi olmadan bazen sadece haber vererek terör örgütlerine veya bunların aracı ve taşeron şirketlerine her türlü silah ve askeri malzemeyi satmaktadırlar. Bunun mutlaka BM Atom Enerjisi Kurumu’na benzer bir kurumsal mekanizmayla kontrol altına alınması gerekir.
· Enerji kaynaklarına sahip olmak, refahı, sosyal barışı ve demokrasiyi garanti etmemektedir. Rusya dâhil, kaynaklar sadece Batı teknolojisi ile işletilebiliyor. Üretim sonrası depolama, ulaştırma, pazarlama da çoğunlukla kaynaklara sahip ülkelerin olanakları dışındadır. Buradan çıkarılacak sonuç, enerji güvenliği, siyasi istikrar ve terörden arınmış bir dünya için tüm bu ülkelerin 1920’lerden beri olduğu gibi hegemonyan ülkelerle tek taraflı klasik bir sömürgecilik ilişkisi yerine, bu ülkelerin halklarına harcanmak üzere daha adil paylaşım anlaşmaları yapılmasıdır.
· Terör ortamının iyileştirilmesi, Finans Kapital Sistemin yüksek kar paylarını, güvenli ve sürdürülebilir daha az kar paylarına tercih etmesi ile mümkün olabilir. Yukarıda ortaya konan veriler ışığında bu pek mümkün görülmemektedir. O zaman her ülkenin bir şekilde yeniden ekonomik anlamda bağımsızlık savaşı vererek Küresel Sistemden çıkmaya çalışmasından başka çare görülmemektedir. Bu sağlanabilirse her ülke ekonomik ve siyasi ilişkilerini Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi ikili ilişkiler üzerinden yürütecektir. En azından kendi bütçesine daha fazla gelir sağlama olanağı bulabilecektir. Ancak bunu yapmak ve Finans Kapital Sistemin zincirinden kurtulmak çok zordur. Çünkü küresel sistemin sağladığı on binlerce ürünü kullanmaya alışmış bir toplumu, bu ürünlerin büyük bir kısmını kısıtlamaya ve onları yeniden sadece ülke içindeki kaynaklara razı etmeye ikna etmek herkesin başarabileceği şey değildir. O nedenle güçlü liderlere ihtiyaç var.
Bonnie Jenkins, The 2016 Nuclear Security Summit: A Point of Transition March 11 2016
Önemli iddia: İsrail, 2013'te Şam'da taktik nükleer bomba kullandı. http://haber.sol.org.tr/dunya/onemli-iddia-israil-2013te-samda-taktik-nukleer-bomba-kullandi-131228
1324 Görüntülenme Sayısı