BAĞLANTISIZLIK TÜRKİYE İÇİN BİR ÇIKIŞ YOLU OLABİLİR Mİ?
Dr. Nejat Tarakçı
Jeopolitikçi ve Stratejist
Giriş
Anadolu coğrafyası tarihin her döneminde kendi dışındaki çevresel faktörlerden kaynaklanan güvenlik sorunları ile karşılaşmıştır. Türkiye, altı yıl süren uzun ve yıkıcı İkinci Dünya Savaşı süresince savaşa girmememe kararı almış, bu sayede ülke ve millet savaşın yıkıcı etkilerinden korunabilmiştir. Ancak bu bağlantısızlık ve tarafsızlık politikası, savaş sonrası Türkiye’nin Ege’de çok önemli toprak kayıpları ile sonuçlanmıştır. Bu kayıplar bugün Türkiye’nin güvenliğini ve ekonomisini menfi yönde etkilemektedir. Savaş sonrası oluşan küresel ve bölgesel güç dengelerinin yarattığı zorunlu güvenlik ve ekonomik nedenlerle tarafsızlık ve tam bağımsızlık ilkelerinden vaz geçilmiştir. Böylece Türkiye, 1947 yılından itibaren ABD’nin başını çektiği Batı bloku içinde yer almıştır. Bu bağlantı, Kore’deki Türk askerinin başarısından kaynaklanan nedenlerle 1952 yılında NATO askeri ittifakına üye olması ile daha ileri bir düzeye yükselmiştir. NATO Türk Silahlı Kuvvetlerinin modernleşmesine büyük katkı sağlamıştır. Bu katkı doktrin, taktik eğitim, silah teçhizat tedariki ve alt yapı alanlarında etkili olmuştur. Böylece bugün sahip olduğumuz güçlü ordu, donanma ve hava kuvveti oluşturulmuştur.
Türkiye’nin Milli Gücü
Türkiye coğrafyasının tarihsel geçiş ve köprü olma işlevi, 21. Yüzyılda enerji odaklı olarak devam etmektedir. Türkiye, jeopolitik kıstaslara göre bir kıyı devletidir. Kıyı devletlerinin en önemli özelliği sınır komşularının az olmasıdır. Bu durum onlara çok yönlü avantaj sağlar. Ama dünyada bu kıstasa uymayan tek ülke Türkiye’dir. Soğuk Savaş döneminde, Sovyet siyasi kontrolü nedeniyle Türkiye’nin sadece 5 kara komşusu vardı. Bugün Türkiye’nin 8’i kara 5’i deniz olmak üzere 13 sınır komşusu vardır. Üstüne üstlük bu komşularının hepsi farklı dil ve kültüre ve de etnik kökene sahiptirler. İşte Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasete yansıyan en büyük coğrafi engellerinden biri budur. Tarihsel köklerin, dil ve ortak kültürün dış politikadaki olumlu etkisini kimse yadsıyamaz. Türkiye, bu olumlu maniveladan mahrumdur. Bu durum Türkiye’nin, sınır komşuları ile olan ilişkilerini sadece ortak çıkar temelinde yürütmesini zorunlu kılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti, yüzyıla yaklaşan tarihinde Batı blokunun askeri, siyasi ve ekonomik kurumlarına üye olarak aynı değerleri paylaşmaya çalışmıştır ve buna hala devam etmektedir. Bu bağlamda 1990’larda başlayan Küreselleşme süreci içinde 2005 yılında Küresel Ekonomik Sistemle bütünleşmiştir. Bu bütünleşmenin küresel ticaret, yatırım, hizmet ihracı ve finansal faaliyetler yönüyle büyük kolaylıklar sağladığı bir gerçektir. Diğer taraftan elden çıkan bankalar, sigorta şirketleri, stratejik kuruluşlar ve serbest piyasa finansal mekanizmalarının yarattığı güvenlik zafiyeti ile ekonomik bağımlılık, devletin dış politikadaki manevra alanını daraltabilmektedir. Türkiye ve aynı kategorideki ülkelerin bu sistem içinde kalarak ulusal çıkarlarına uygun politik kararlar alabilmesi için güçlü ekonomi yanında dengeli bir bütçe yönetimi şarttır.
Türkiye’nin Temel Stratejik Sorunları
Bugün Türkiye’nin bütün sınırlarında az veya çok devam eden kriz ve savaşlara ilave olarak her an krize dönüşebilecek potansiyel sorunların varlığı da dikkat çekmektedir. Ateş çemberi altında olarak tanımlanabilecek Türkiye’nin güvenlik sorunları, doğrudan veya dolaylı olarak ekonomik sorunları da beraberinde getirmektedir.
Ekonomik Sorunlar
Rus uçağının düşürülmesi ve terör sorunları Türkiye’nin turizm gelirlerini % 40 oranında azaltırken, Rusya ile olan ticaret ve yatırım faaliyetlerini de neredeyse durma noktasına getirmiştir. Ekonomik sorunların başında % 90 oranında dışa bağımlı olduğu enerji sorunu gelmektedir. 2016 verilerine göre milli geliri yaklaşık 700 milyar dolar olan Türkiye, 2013 yılındaki Ukrayna Krizi ile birlikte düşmeye başlayan petrol fiyatlarına rağmen 2016 yılında doğal gaza 34, petrole yaklaşık 20 milyar dolar ödemiştir. Enerji maliyetlerinin konjonktüre göre her an yükselme olasılığı Türkiye’nin alternatif kaynaklara yönelmesini dikte etmektedir. Bu bağlamda, güneş ve rüzgâr enerjisi yatırımlarına ilave olarak, kuzey Irak ve Doğu Akdeniz’de ortak yatırımlar ile enerji maliyetlerini düşürmeye ihtiyacı vardır. Türkiye köprü durumundaki konumu ile enerji harcamalarını azaltabilir. TANAP, Güney Akımı ve olası İsrail gazının Türkiye üzerinden nakli projeleri bu stratejiye katkı sağlayabilir. Enerji faktörü özellikle Türkiye için, Rusya’ya olan bağımlılığı azaltma yönünde çok yönlü, dengeli ve barışçı siyasi yaklaşımları gerektirmektedir. Bu bağlamda özellikle sınır ve birinci kuşak ülkeleri olan İsrail, Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi (KIBY), Azerbaycan ve İran ile işbirliği politikası öne çıkmaktadır.
Güvenlik Sorunları
Türkiye 2008 dünya küresel ekonomik krizine paralel olarak çevresinde de giderek etkisi ve alanı genişleyen siyasi ve askeri krizlerle baş başa kalmıştır. Bütün bu gelişmeler Türkiye’nin dış siyasetini olumsuz yönde etkilemiş ve belirli zaman dilimlerinde stratejik açmaz ve ikilemlere düşmesine sebep olmuştur. Bu olayları kronolojik olarak hatırlayalım.
· 2008 Rusya – Gürcistan Krizi (ABD ve Rusya Krizi)
· 2010 Mavi Marmara Olayı (İsrail – Türkiye Krizi)
· 2011 Libya’ya Müdahale (Türkiye- NATO Krizi)
· 2011 Suriye’de İç Savaş ( ABD ve Rusya Krizi)
· 2011 Rumların MEB İlanı ( Çok Yönlü Kriz)
· 2013 Ukrayna Krizi ( Türkiye – Rusya Krizi)
· 2015 Rus Uçağı Düşürüldü (Türkiye – Rusya Krizi)
· 2017 Kardak ve Ege Adaları (Türkiye – Yunanistan Krizi)
· 2017 PKK/PYD’ye Rus Desteği ( Çok Yönlü Kriz)
Hâlihazır durum itibariyle Türkiye’ye yönelik birinci derecedeki iç ve bunun dışa uzanan kısmı ile dış tehdit PKK terör örgütüdür. Suriye’deki iç savaşa ABD ve Rusya’nın dolaylı ve kısmi askeri müdahalesi ile Türkiye’nin PKK ile mücadele stratejisi yeni bir boyut kazanmıştır. ABD ve Rusya’nın PKK ve Suriye Kürtlerini simgeleyen PYD ve YPG ile ittifak yapmaları, Türkiye’yi 68 yıllık NATO müttefiki ABD ile karşı karşıya getirmiştir. PKK’yı terör örgütü olarak kabul etmesine rağmen ABD’nin 1991’deki Körfez Savaşı’ndan bu yana bölgedeki Kürtlere sempati ile yaklaştığı ve el atından AB üyesi birçok ülke birlikte destek verdiği bilinmektedir. 26 yıl sonra ABD ve Avrupalı destekçilerine ilave olarak Rusya da Kürt kartı ile Türkiye’nin karşısında yer almıştır. Türkiye’nin 70 yıllık stratejik müttefiki ABD ile 100 yıllık kadim komşusu ve kurucu dostu Rusya’nın Ortadoğu’da yeni bir Kürt devleti oluşumuna yeşil ışık yakmalarının esas nedeni İran’dır. Kürt oluşumunun temel hedefi, İran’ın batı yönündeki stratejik nüfuz eksenini kuzey Irak ve Suriye Kürtleri ile bloke etmektir. ABD Kürtleri etnik, mezhepsel ve sosyolojik anlamda daha zayıf ve dağınık görünümdeki Araplara tercih etmiştir. Bu blokajın İsrail’in güvenliği ile doğrudan ilişkisi olduğu açıktır. Yeni ABD başkanının İsrail’i cesaretlendiren politikaları nedeniyle İsrail – İran gerginliği yeniden tehlikeli bir duruma gelmiştir.
İsrail’e kadar ulaşabilen İran füzelerinin nasıl durdurulacağı hesaplanırken, Lübnan’daki İran yanlısı Hizbullah’ın elindeki karadan denize atılabilen Rus yapımı füzeler gerçekten oyunu değiştirebilecek silahlar olarak öne çıkmaktadır. Bu füzeler sadece gemilere karşı değil aynı zamanda İsrail’in denizdeki gaz ve petrol platformlarına karşı da kullanılabilecektir. Bu yeni füzeler Doğu Akdeniz’deki enerji güvenliğine yaratacağı tehditle, sorunu uluslararası bir hale getirmiştir.
Türkiye – İran İlişkileri
Şah döneminde başlayan iyi ilişkiler uzun tarihsel ilişkilerin devamı olmuştur. 1979’da İran’ın otoriter bir din devletine dönüşmesi ile Türkiye – İran ilişkileri yeni bir boyut kazanmıştır. Rejim ihraç etme savlarına rağmen Türkiye – İran ilişkileri bozulmamıştır. İran müşterek durumdaki Kürt sorununu radikal önlemlerle durdurmayı başarmıştır. İran’daki yeni rejimin anti Amerikancı politikası 40 yıla yaklaşan bir süredir devam etmektedir. Rejim aynı zamanda katı İsrail karşıtıdır. Bu politikanın Amerika’nın İsrail’i kayıtsız şartsız desteklemesinden mi, yoksa İran’ın Museviliği Müslümanlığa bir tehdit olarak görmesinden mi kaynaklandığı açık değildir. Amerika’nın 2003’te Irak’ı işgali ile bölgedeki mezhep tabanlı siyasi ve sosyolojik denge bozulmuş Pandora’nın kutusu açılmıştır. Bu durum İran’ın uzun zamandır baskı altında tutulan Şiilerin hamiliğine soyunması yolunu açmıştır. Suriye iç savaşı patlayınca İran, zaten uzun süredir ittifak içinde bulunduğu Şii Suriye yönetimine de destek vermeye başlamıştır. Lübnan’daki Hizbullah vasıtasıyla İsrail sınırına kadar dayanmıştır. Bölgedeki Şii nüfusuna sahip bütün ülkeler İran’ın bu politikasından az veya çok rahatsız olmaktadır. Bu bağlamda İran Müslüman coğrafyasında bir tehdit olarak algılanmaktadır. Bu tehdidin en tehlikeli boyutu, bölgedeki enerji yataklarının, tesislerinin, alt yapının ateşe verilmesi ve tahrip edilmesi olasılığıdır. Ayrıca Hürmüz Boğazı’nın kapatılarak petrol trafiğinin engellenmesi de bu tehdidin diğer bir yüzüdür. Nitekim İran ABD ile gerginleşen siyasi ortama bir cevap olarak, 26 Şubat günü Hürmüz Boğazı civarında ilk büyük deniz tatbikatına başlamıştır. Bu tehdit sadece tek yanlı değildir. Böyle bir olasılığın gerçekleşmesi halinde İran da kendisine aynı zararı verecek demektir. Bu bakımdan İran, top yekûn bir blokajdan ziyade, ülkeleri kısmi zarar tehdidi ile baskı altına alma stratejisi izlemektedir. Bölgedeki bütün ülkeler silahlanmakta, müttefik aramakta, savunma yatırımlarını hızlandırmaktadır. Suriye’deki son gelişmeler Türkiye ile İran’ı karşı karşıya getirmiş gözüküyor. İran tehditkâr bir şekilde Türk Silahlı Kuvvetlerinin Suriye’den çıkmasını isteyecek kadar tutarsız ve talihsiz bir açıklama yapmış bulunmaktadır.
Türkiye- NATO İlişkileri
Büyük şehirlerde patlatılan bombalar, şiddet içeren ölümcül saldırılar NATO üyelerini Türkiye’nin dış kaynaklı bir tehdit altında olduğuna inandıramamıştır. Türkiye 100 milyar dolara yakın kaynağını terörle mücadeleye harcamıştır. Bu parayla Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) rahatlıkla tamamlanabilirdi. Zaten PKK terörünün GAP ile yakından ilgili olduğu bilinmektedir. ABD’nin hatalı Irak politikası IŞİD’i doğurmuştur. ABD’nin IŞİD’le mücadele stratejisi bölgedeki Kürtleri vazgeçilmez hale getirince, ortaya çıkan durum Türkiye’nin beka sorunu haline gelmiştir. Bu stratejiye ABD ile aynı koalisyonda yer alan NATO üyeleri de katılmaktadır. Böylece NATO, Türkiye’nin güvenliğine katkı sağlamak bir yana zarar verici ve hatta potansiyel bir tehdit haline gelmiştir. Terör örgütü PKK, ABD ile işbirliği nedeniyle meşru hale gelen PYD üzerinden bölgede bir Kürt devleti kurma projesini hayata geçirmiştir. Ayrıca Barzani bölgesi ile Türkiye’nin başta enerji olmak üzere her türlü ekonomik ilişkisini de PKK engellemektedir. Örneğin; Türkiye için Rus gazının yerini kısa zamanda doldurabilecek tek alternatif Irak Kürdistanı’nın zengin 5 trilyon metreküplük doğalgaz rezervleri idi. Boru hattının yapımına 2016’da başlanacak ve ilk gaz akışı 2019 yılında gerçekleşecekti. Yani eğer her şey yolunda giderse Ankara, Kürt doğalgazı sayesinde Putin’in boynuna taktığı kementten kurtulabilecekti. Bunun verdiği heyecanla hükümet boru hattının Türkiye bölümünün inşası için 9 Şubat 2016’da ihaleye çıktı. Ve dikkat çekici bir zamanlama ile ihaleden sadece bir gün sonra PYD görkemli bir törenle Moskova’da ilk yurtdışı irtibat bürosunu açtı. Aynı ihaleden sadece bir hafta sonra PKK Kürt doğalgazının geçişine izin vermeyeceklerini açıkladı. PKK yöneticileri boş konuşmadıklarını ispatlamak için ufak bir gövde gösterisi yapmayı da ihmal etmedi. Militanlar 17 Şubat’ta Kürt ve Irak petrolünü Ceyhan limanına taşıyan boru hattını bombaladı. Günde 600 bin varil ham petrol taşıyan boru hattı 23 gün boyunca kapalı kaldı. Saldırı Kürt Bölgesel Yönetimi’ni 300 milyon dolar kayba uğratırken, zaten sallantıda olan bölge ekonomisini de derinden sarstı. Bu arada artan önemli bir tehlike ise PKK’nın, Suriye’nin kuzeyindeki çatışmalar sayesinde kazandığı yüksek askeri eğitim, patlayıcı ve silahla yıkım gücü çok yüksek eylemleri yapabilecek kapasiteye ulaşması oldu. Türkiye’nin Suriye’de Rusya ile yaptığı işbirliğinin NATO’ya ve bölgenin istikrarına karşı bir tehdit olarak algılandığı eski NATO Genel Sekreteri tarafından bizzat açıklandı. Özetle, Türkiye’nin NATO içindeki müttefikleri, Ege Adalarını işgal ederek, sözde Ermeni Soykırım tasarılarına destek vererek, Kıbrıs’tan Türk kimliğini silmek için Rumlara açık çek sunarak, PKK’yı alenen ve dolaylı olarak kullanarak düşmanca bir politika izlemektedirler. NATO’nun kolektif savunma maddesi kuzey Irak’tan kaynaklanan PKK tehdidi için işletilmemektedir. Bu bağlamda Türkiye’nin NATO üyeliğini daha fazla devam ettirmesinin bir anlamı kalmamıştır. Türkiye önümüzdeki 2-3 yıl içinde NATO müttefiklerinin de yer aldığı bölgesel bir askeri koalisyon ile karşı karşıya kalabilir.
Ortadoğu’da Nükleer Bomba Kullanılabilir mi?
İsrail’e kadar ulaşabilen İran füzelerinin nükleer başlık olmasa da radyo aktif kirli bombalar taşıması imkân dâhilindedir. Başkan yardımcısı Pence İran’ın nükleer silaha sahip olmasına asla izin vermeyeceklerini açıklamıştır. İsrail’in elinde yüzün üzerinde nükleer bomba bulunduğu bilinmektedir. Küçük İsrail, nükleer silah ile Ortadoğu’daki toprak ve nüfus zafiyetini dengelemektedir. Bu bağlamda dengeyi bozma olasılığına karşı kendisinden başka hiçbir ülkenin bölgede nükleer silaha sahip olmasına izin vermeme politika ve stratejisini tavizsiz ve kararlılıkla uygulamaktadır. İran – İsrail anlaşmazlığının temel nedeni budur. Ortadoğu’da 26 yıldan beri devam eden istikrarsızlık yayılmakta ve giderek kontrolü daha da zorlaşmaktadır. Bu kontrolsüzlüğün enerji akışını ciddi anlamda durdurması halinde, politikacılar, on binlerce askeri tehlikeye atmak yerine bölgede etki alanı sınırlı taktik nükleer bomba kullanmaya karar verebilirler. Çünkü küresel ekonomik sistem, enerji nakliyatının kesilmesine 8 aydan fazla dayanamaz. Amerikan Başkan adayı Trump bir konuşmasında Avrupa’da ve Ortadoğu’da nükleer silah kullanılabileceğini dile getirirken, Rusya Devlet Başkanı Putin IŞİD’le mücadelede umarım nükleer silahlara ihtiyaç olmaz diye konuşmuştu. 2013 yılında İsrail’in topla Şam’a atılan bir taktik nükleer bomba kullandığı iddia edildi. Türkiye, sınır komşusu İran’dan gelebilecek füze saldırılarına karşı nasıl korunacaktır, NATO imkânları ile mi? Türkiye, Kürt politikası ile ilişkileri bozulan ABD’ye bu konuda güven duyulabilir mi? O zaman yapılacak tek şey var. Türkiye’nin öncelikle güvenilir ve etkin bir milli füze savunma sistemine sahip olması ve orta vadede nükleer bir ülke haline gelmesidir.
Türkiye ve Bağlantısızlık
Son dokuz yıldan bu yana bölgedeki hızlı ve beklenmeyen gelişmeler dikkate alındığında Türkiye’nin içinde bulunduğu uluslararası ve bölgesel siyasi statüsünün gözden geçirme zamanının geldiği söylenebilir. Özellikle Rusya’nın da ABD’ye benzer Kürt politikasını desteklediğini açıkça deklare etmesi, Türkiye’yi küresel tercihler açısından tam bir açmaza sokmuştur. İran’ın Türkiye’ye yönelik son tehditkâr açıklaması, Irak’ın Başika’daki Türk birliğinin çekilmesini istemesi, Ege Adaları ve Kıbrıs sorunu nedeni ile Yunanistan ile her zaman var olan kriz potansiyeli, Ermenistan ile hala devam eden sözde soykırım meselesi de Türkiye’nin sürekli bir kriz içinde yaşadığını göstermektedir. Trump yönetimi ile birlikte başlayan İran – Amerika gerginliği tüm Ortadoğu’yu istikrarsızlık hatta sıcak çatışmaya sürükleyebilecek potansiyele sahiptir. Nitekim Trump İran’ı bir numaralı terörist devlet olmakla suçlamıştır. Buna AB - Türkiye ilişkilerinin geldiği noktadaki belirsizlik ve hatta dışlanmayı da eklediğimizde Türkiye’nin uluslararası arenadaki statüsü bağlantısızlığı dikte etmektedir. Çok yönlü iç ve dış tehdit ortamına giren Türkiye’nin hâlihazır statüye devam etmesi halinde, hem eski kadim dostlarını hem de stratejik müttefiklerini kaybetmesi kaçınılmazdır. Bu bağlamda, Türkiye’nin Lozan Antlaşması ile çizilmiş sınırları dâhilinde Türkmenistan veya İsviçre örneğinde olduğu gibi bağlantısız bir siyasi statüye girmesinin zamanının geldiği söylenebilir. Böyle bir statü hem Türkiye’nin uluslararası saygınlığını yükseltecek hem de bölgedeki kriz ve çatışmalarda taraf olma zorunluğundan kurtaracaktır. Böylece siyasi krizler, ekonomik ambargolar ve askeri çatışmaların dışında kalacaktır. Türkiye’nin bağlantısızlık statüsü içerde ve dışarda ulusal çıkarlarını savunmayacak anlamına gelmeyecektir. Aksine kimsenin yardım ve desteğine ihtiyaç kalmaksızın ve de baskı altında olmaksızın kendi olanakları ile bunu yapacaktır. Türkiye, mevcut ve potansiyel olanakları ve de Türk Milletinin vatan sevgisiyle bunu yapmaya muktedirdir. Diğer taraftan bağlantısızlık Türkiye’nin içinde bulunduğu küresel ekonomik sistemden çıkmasını da gerektirmeyecektir. Aksine güvenli ve istikrarlı bir Türkiye, ticari ve ekonomik anlamda daha cazip bir ülke haline gelecektir. ABD ve Rusya, Suriye’de ve Kürtler konusunda anlaşmış bir görüntü sergilemektedirler. Ancak bu iki küresel gücün savundukları değerler ve dünya hegemonyası için uyguladıkları politika ve stratejilerin uyuşması mümkün değildir. Bu nedenle Türkiye’nin bağlantısızlığı, özelikle ABD’nin Karadeniz üzerinden Rusya’ya karşı uygulayacağı tehlikeli senaryolara karşı tam bir koruma sağlayacaktır. Bağlantısızlık Türkiye’nin tüm komşuları ile ulusal çıkarlar temelinde barışçı bir politika izlemesini gerektirmektedir. Bu bağlamda Türkiye’ye düşmanca politika izlemeyen ülkelere Ermenistan da dâhil bütün sınır kapıları vizesiz açık olacaktır. Bağlantısızlık Türkiye’nin köprü ve geçiş ülkesi olma yönüyle stratejik önemini azaltmayacak, aksine sağladığı güven ortamı nedeniyle her yönüyle bir cazibe merkezi haline gelecektir. Bu durum enerji denkleminde hem satıcılara hem de alıcılara büyük avantaj sağlayacaktır. İsrail gazının Türkiye üzerinden nakli için görüşmeler devam etmektedir. Özellikle Basra Körfezi ve Doğu Akdeniz gazını en kısa yoldan Türkiye’ye bağlayan ve Türkiye üzerinden geçecek rotalar en güvenilir enerji hatlarını oluşturacaktır. Bağlantısızlık Montrö Boğazlar Sözleşmesinin uygulanması açısından da Türkiye’yi rahatlatacak, NATO ittifakı içinde bulunmanın üzerindeki siyasi ve askeri baskılarından kurtulmuş olacaktır. Böylece Rusya başta olmak üzere Karadeniz ülkeleri kendilerini daha güvende hissedeceklerdir. Türkiye’nin bağlantısızlık için koşulların hiç bu kadar uygun olmadığını vurgulayan ve bunu bir fırsat olarak gören Dr. Şükrü Aslanyürek; İsviçre’nin Avrupa’nın ortasındaki konumu gibi, Anadolu’ya sahip olan Türkiye Cumhuriyeti, bence de geleceğin dünya düzeninin ortasında duruyor. Kimseye gitmemize gerek yok, sadece el isteyene uzatmamız yeterli olur demektedir.
Joyce P. Kaufman, The US perspective on NATO under Trump:lessons of the past and prospects for the future International Affairs March 2017 Volume 93 Number 2 p. 266 https://www.chathamhouse.org/publication/ia/us-perspective-nato-under-trump-lessons-past-and-prospects-future?
Önemli iddia: İsrail, 2013'te Şam'da taktik nükleer bomba kullandı. http://haber.sol.org.tr/dunya/onemli-iddia-israil-2013te-samda-taktik-nukleer-bomba-kullandi-131228
Keir Giles, McMaster Appointment Could Bolster US Line on Russia 22 February 2017; https://www.chathamhouse.org/expert/comment/mcmaster-appointment-could-bolster-us-line-russia?
Dr. Şükrü Aslanyürek ‘in somut önerileri;
· ABD vergisi sisteminin (IRS) yazılım altyapısını aynen uygulamaya koyun; her türlü varlık ve gelir ile ekonomi işlemini her an izleyen ve raporlayan bir büyük veri altyapısını, halkın denetimine açın. Kimse, haksız ve gizli tek kuruş gelir veya tek yudumluk varlık elde edemesin.
· Vergilendirme ve destekleme politikalarıyla, gelir dağılımındaki kronik, kemikleşmiş hastalığı düzeltin; örn. İsveç usulü.
· Nesnelerin interneti ile bütün kamu yönetim mekanizmasını, özellikle kent yönetimlerini ve doğal varlıkları, halk tarafından denetlenebilir hale getirin ve devlet memurlarının sayısını üçte bire indirin. Görevde kalanların ise kalitesini iki kat artırın.
· ODTÜ nün komşu ülkelerde ve Afrika’da, tamamen burslu eğitim veren 30 kampüsünü açın; her biri her yıl 5000 öğrenci kabul etsin.
· Sanayi ve ticaret merkezi olan il merkezlerinin sayısını Türkiye coğrafyasına yayıp, sayılarını iki katına çıkartarak, İstanbul’u 1/3 büyüklüğüne indirin.
1603 Görüntülenme Sayısı