BİRLEŞMİŞ MİLLETLER TEŞKİLATINDA REFORM NEDEN GEREKLİ?
Ataalp PINARER
Mevcut küresel sistem çalışmaz hale gelmiş; bu sistemin en önemli mekanizması olan BM (Birleşmiş Milletler) de artık işlevsiz, hiçbir uluslararası sorunu çözemez hale gelmiş durumdadır. Bir genel savaşı beklemeden, bozulmuş olan küresel sistemin yeniden işler hale getirilmesi için öncelikle BM’in reforma tabi tutulması zorunludur. BM içinde reform çabaları mevcuttur ancak dünya meselelerinde rekabet halinde olan güçler bu reform çabalarına karşı koymada adeta işbirliği yapmakta; sonuçta BM reform çabaları da sonuçsuz kalmaktadır.
Dünya tarihine bakıldığında, barış ve istikrar dönemlerinin, karşı konulmaz bir güce sahip imparatorlukların etki alanlarında; ya da daha yakın tarihlerden itibaren, küresel güçler arasında anlaşma ile ortaya çıkan uluslararası sistem bağlamında ortaya çıktığı görülür. Roma İmparatorluğu’nun askeri güçle sınırlarına kattığı bölgelerde oldukça uzun süren Roma Barışı dönemi ile Osmanlı İmparatorluğu’nun ekonomik, askeri gücü zirvedeyken, milliyetçilik akımları başlayana kadar Balkanlar ve Ortadoğu’da tesis ettiği barış ve istikrar dönemi buna örnek verilebilir.
Bu dönemler, devrin cihan imparatorluklarının karşı konulmaz bir güce erişmiş olmaları ve yenilmezliklerine olan genel kabul ve inanç nedenleriyle; koydukları kurallara zımni olarak itaat edilmesine dayanıyordu.
Daha yakın tarihlerde Fransa’ya karşı kazanılan 1815 Waterloo Savaşı’ndan sonra devrin süper gücü İngiltere ile ittifak halinde olan diğer büyük güçlerin kurdukları sistem, büyük güçler arasında oldukça uzun süren bir barış dönemi getirdi. Ancak bu sistem zamanla çözüldü, etkinliğini kaybetti, yerini rekabete, silahlanmaya bıraktı ve neticesinde I. Dünya Savaşı yaşandı.
I. Dünya Savaşı bozulan sistemi kalıcı olarak onaramadı ve barış dönemi çok kısa sürdü. Bu nedenle bir bakıma onun devamı sayılabilecek olan II. Dünya Savaşı, ABD’nin dünya liderliğini İngiltere’den devralarak, hala süren ancak; sonuna geldiği yönüne emareler taşıyan, bir uluslararası sistemin kurulmasına yol açtı.
Eski küresel güvenlik sistemlerinin sonunun savaşla bitmesi ve yerlerine ancak nihai hesaplaşmadan sonra yenilerinin kurulmuş olması bize önemli bir tarihsel ders vermelidir.
Kurulan sistemlerin harbi kazanan ülkelerin menfaatleri gözetilerek yapılmış olması, evrensel adalet ve eşitlik ilkelerinin göz ardı edilmesi yok olmalarında önemli bir neden teşkil eder. Ancak bunlardan daha önemlisi, sistemler eski düşmanlara karşı kurulmuş olduğundan, zamanla şartların değişmesi ve tehdit olarak belirlenen düşmanların ortadan kalkmasının kuruluş amacının belirsizleşmesine yol açması; bu durumun da, ittifak dayanışmasını aşındırarak sistemlerin zayıflamasına ve zamanla çökmesine neden olduğudur.
Günümüze bakarsak, Uluslararası sistemin krizde olduğunu söylemek mümkündür. Bu iddiayı destekleyen gelişmeler şöyle özetlenebilir;
II. Dünya Savaşı sonrası kurulan sistemin BM, IMF, Dünya Bankası gibi kurumları etkinliğini kaybetmiş, güvenilirlik ve saygınlıkları sorgulanır hale gelmiştir.
Dünya çok merkezli, uluslararası rekabetin arttığı, bağımsız politikaların ve devletlerin kendi menfaatlerinin ön planda olduğu bir yapıya bürünmüştür.
ABD artık gücünün her şeye yetmeyeceğinin farkındadır, ekonomik ve siyasi olarak artık çok etkili değildir. Askeri güç açısından yine açık ara öndedir ancak, bu gücün tüm sorunları çözemeyeceğini idrak etmeye başlamıştır.
AB ekonomik bir kriz içinde, kendi sorunları ile uğraşmaktadır ve küresel ölçekli politikalar üretememektedir. Kendi içinde kuzey güney çelişkisi keskinleşmekte ve buna bağlı iç siyasi krizi derinleşmektedir.
Tekrar bölgesel bir güç konumuna yükselen Rusya’nın revizyonist politikaları, silahsızlanma antlaşmalarından çekilmesi, Avrasya Birliğini kurması ve genişletme çabaları, IMF’e karşı BRICS ülkeleri arasında yeni bir parasal sistem kurması, melez (hibrid) harp teknikleri ile uluslararası sistemi ve güvenlik yapısını tehdit etmeye başlaması, sisteme belki de en ciddi tehdidi yaratmaktadır.
Son dönemde sınırlarına dayandığı izlenimi verse de, Çin’in ekonomik ve askeri açıdan hızla gelişmesi, askeri gücünü artırma çabaları, Şangay İşbirliği Örgütü, Asya Altyapı Yatırım Bankası gibi küresel inisiyatifler alması mevcut sistemi sarsmaktadır.
Hindistan, Brezilya, Endonezya gibi ülkelerin dünya üretim ve ticaretindeki paylarını artırmaları çok kutuplu bir yapıya doğru ilerlendiğinin diğer belirtileridir.
İran ve Kuzey Kore’nin sistem dışı davranışları, nükleer güç geliştirme çabaları diğer istikrarsızlık kaynakları haline gelmiştir.
Ortadoğu bir güvenlik bataklığına dönüşmüştür. Bu bataklık terör, iç savaş ve başta Avrupa olmak üzere Türkiye dâhil çevre ülkelere doğru yeni güvenlik , beşeri ve ekonomik problemlere yol açan bir mülteci dalgası yaratmıştır.
Ne ABD, ne Avrupa, ne diğer büyük ülkeler ve ne de BM, acil çözüm bekleyen güvenlik sorunlarına bir çare bulamamaktadırlar.
Belirtilerini saydığımız bu sistemik krizin nedenlerini irdeleyecek olursak;
Artık sistemin kurulduğu koşullar değişmiş durumdadır;
Sistemin üzerine kurgulandığı düşman artık yoktur. II. Dünya Harbi’nin mağlupları Almanya ve Japonya artık müttefiktir, Soğuk savaşın karşı kutbu Sovyetler Birliği dağılmış ve tarih sayfalarındaki yerini almıştır.
Harp sonrasında süper güç ve yenidünya lideri olarak ortaya çıkan ABD, artık eski gücünde değildir. Dünya, iki kutuplu bir dünya düzeninden sonra, Soğuk Savaşın bitmesi ile tek kutuplu izlenimi veren kısa bir dönem geçirmiş olmakla birlikte; artık çok kutuplu bir dünyanın yürürlükte olduğunu söylemek mümkün hale gelmiştir.
Mevcut sistem tıpkı öncekiler gibi, adaletli değildir, birkaç ülkenin menfaatini önde tutacak şekilde kurulmuştur. Güvenlik konseyi ve buradaki veto yetkisi “eşitler arasında daha eşitler” anlayışından başka bir şey değildir. IMF ve Dünya Bankası; ekonomik krizleri engelleyememek, kalkınma, gelişme ve ekonomik istikrar için güvenilir yol haritaları oluşturamıyor olmak ve ABD’nin ekonomik çıkarlarına hizmet etmekle eleştirilir hale gelmiştir.
BM reformu küresel bir hesaplaşma beklenmeden yapılmalıdır. Çünkü artık harp silah ve vasıtalarının eriştiği yıkım gücünün neden olacağı felaketi insanlık kaldıramaz.
BM reformun en önemi noktalarını;
- Güvenlik konseyinin daimi üye sayısının artırılması,
- Güvenlik Konseyi’nde Veto yetkisinin kaldırılması veya sınırlanması,
- BM’e bağlı yaptırım gücü sağlayacak bir güvenlik birimi kurulması,
- Tüm bunlar için gerekli maddi alt yapının tesisi olarak özetlemek mümkündür.
Güvenlik Konseyi’nin daimi üye sayısını artırılması ile Almanya, Japonya, Hindistan, Brezilya ve Türkiye gibi ekonomik, siyasi ve askeri olarak bölgesel güç haline gelmiş ülkeler açısından temsilde adalet sağlanmış olur. Ancak veto yetkisi kaldıkça atılacak bu adımın BM’i sorun çözer hale getirmesi beklenmemelidir.
Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesine tanınan veto yetkisi, Dünya’daki güvenlik krizlerine etkin çareler bulunmasına başlı başına en büyük engeli oluşturmaktadır. Veto yetkisinin kaldırılma zamanı gelmiştir. Daha geniş katılımlı bir karar ve icra mekanizmasına yönelik acil bir reform ihtiyacı mevcuttur.
Diğer taraftan; Güvenlik Konseyi üye sayısının artırılması ve veto yetkisinin kaldırılması da BM’in etkinliğinin artmasını tam olarak sağlayamayacaktır. Çünkü BM’in bir yaptırım gücü yoktur.
BM’in yaptırım gücünü sağlayacak daimi süratli bir mukabele gücünün oluşturulması gereklidir. Ancak bunun için ihtiyaç duyulacak ilave bütçe tüm ülkelere büyük maddi yükler getirecektir.
Bu temel reformlar için, başta güvenlik konseyi üyesi ülkeler olmak üzere, BM üyesi 192 ülkenin önemli bir kısmının ikna edilmesi ve ortak bir siyasi iradenin oluşturulması ilk ve en önemli adım olacaktır. Siyasi irade oluştuğunda bütün zorluklar aşılabilecektir.
Reform için göğüs gerilmek durumunda kalınacak, başta ekonomik olmak üzere, tüm sıkıntı ve zorlukların, küresel bir harbin getireceği felaket yanında yok hükmünde olacağı hiçbir zaman unutulmamalıdır.
1442 Görüntülenme Sayısı