Kıbrıs Müzakere Sürecinde Gelinen Noktaya Jeopolitik Önemle Bakmak
*Dr. Emete GÖZÜGÜZELLİ
*Dr. Ataalp PINARER
Geçtiğimiz günlerde Rum Hükümet Sözcüsü Nikos Christodoulides, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin feshinin söz konusu olmadığını ifade ederek, 1977 yılından bu yana Kıbrıs sorununa bulunması hedeflenen çözümün, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin içyapısının üniter devletten birleşik federal bir devlete dönüştürülmesi olduğunu vurgulamıştır. Kıbrıs Rum “Filelefteros” gazetesinin, BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Danışmanı Espen Barth Eide’nin güvenlik ve garantiler konusu üzerinde hazırlamakta olduğu taslak belgenin, yeni bir anlaşma yoluyla “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin feshedilmesi kavramına dayandığı yolundaki haberini yorumlamaya davet edilen Sözcü, “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin feshinin söz konusu olmadığının altını çizmiştir.
Böylesine önemli bir söylemin irdelenmesinin hayati olduğu kanaatindeyim. Zira Rum yönetimi herhangi bir surette, Kıbrıs’ta olası bir anlaşmada daha önceden ısrarla üzerinde durduğu “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin lağvedilmeyeceği vurgusunun yeniden belirtilmesidir. Bu görüş ve inançla olası bir anlaşmada üniter bir modelin öngörülmesi bugüne kadar 1977-79 Doruk antlaşmalarında ve sonrasında dahi rahmetli Rauf Denktaş’ın ve Türk hükümetlerinin katiyen karşı durduğu bir siyasettir. Hatta Rumların 1960 Ortaklık düzenini silahlı çatışmalar ile 1963 Aralık senesinde bozma girişimi öncesinde KC Cumhurbaşkanı Makarios’un 13 maddelik anayasa değişiklik önerilerinde arzu ettikleri üniter model Dr. Küçük ve dönemin Türk hükümeti tarafından da kabul görmemiştir. Rumlar sözde “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin devam etmesi için olası bir anlaşmada AB Birincil Hukuku öngörmesini kabul etmemektedirler.
O halde nasıl bir sürece sokulmak isteniyoruz? Bölgesel ateş çemberi içerisinde, Ortadoğu ve Akdeniz coğrafyasının Kıbrıs ile yeniden şekillendirilmek istendiği bir süreçte Kıbrıs Türklerini ne beklemektedir?
Kıbrıs’ın bu noktada jeopolitik önemi oldukça büyüktür. Bu konuda; ki vurgu yapılmadan önce, Kıbrıs meselesinde gelinen son noktaya özetle değinmenin fayda sağlayacağı kanaatindeyiz. Bu süreçte, Rumlar Kıbrıs meselesini bir “işgal” meselesi olarak gördüklerinden ötürü Kıbrıs Adası üzerinde herhangi bir şekilde Türk hâkimiyeti veya Türkiye’nin etkin ve fiili garantörlüğünün sürmemesini talep etmektedirler. Bunun için Rum-Yunan ikilisi tamamıyla Ada üzerinde Türkiye’nin Garanti Antlaşmalarından doğan haklarını tamamı ile ortadan kaldırma peşindedirler.
19 Haziran’da Alithia gazetesine göre, Kasulidis, yazılı açıklamasında, “çağdışı kalmış garantiler ve müdahale hakları tamamen kaldırılana kadar işgal ordularının tamamının çekilmesi konusunda uzlaşılmış bir takvim” olduğuna vurgu yapması hayli düşündürücüdür. Rumlar kimlerle uzlaşmıştır? GKRY’nin 28 Haziran öncesinde bölge devletleri İsrail, Lübnan, Suriye, Mısır ile enerji kartını kullanarak proaktif bir siyasete girdiği de gözlemlenmektedir. Bu enerji çabaları olurken, diğer taraftan GKRY savunma alanında da girişimlerde bulunmaya devam etmekte olduğu ortaya çıkmaktadır. Özellikle de yasadışı olarak provokatör bir eylem içinde sözde münhasır ekonomik bölgeler ilan ederek bunları koruma adına deniz alanlarında sözde MEB alanları koruma adına silahlanma ve askeri antlaşmalar yapma yoluna gitmeleri ve bunları da gerçekleştirirken Türkiye’yi bölgede tehdit unsuru olarak göstermeleri ayrıca dikkate alınması gereken durumdur. Bakınız, Rum Savunma Bakanı Fokaides, Fransa Savunma Bakanı Syvlvie Goulard ile görüşerek, AB üyesi olan "Kıbrıs"ın 1960'lardan kalan "çağ dışı garanti ve güvenlik sisteminin" var olamayacağını anlattığı açıklanmıştır (19 Haziran 2017/CNA Haber ajansı).
Tüm bu gelişmeler yaşanırken, Türk tarafı 28 Haziran’da gerçekleşecek İsviçre Zirvesi öncesinde güvenlik ve garantiler konusunda önemli açıklamalar yapması, esasen Türkiye’nin Kıbrıs adasındaki hak ve menfaatlerinden vazgeçmeyeceği ve Kıbrıs Türklerinin de Anavatan’ın güvencesinden geri adım atmayacağını açıkça deklere etmeleri açısından önemlidir. Nitekim, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, KKTC Dışişleri Bakanı Tahsin Ertuğruloğlu ile TC Dışişleri Bakanlık resmi konutunda heyetler arası görüşmede yaptıkları ortak açıklamada Çavuşoğlu’nun vurguladığı önemli bir cümle olmuştur. Çavuşoğlu:
"Biz her zaman hazırız. Ön şartsız bir şekilde buraya gidilmesi gerektiğini daha önce de açıkladık. Rum tarafının da ortaya koymaya çalıştığı ön şartları kabul etmeyeceğimizi söyledik. Fakat tabi bunu bir nihai konferans olarak görüyoruz."
TC’nin 28 Haziran zirvesini nihai bir konferans olarak gördüğünü açıklaması, yapılacak zirvede anlaşmazlık halinde sona erecek görüşmeler sürecinden sonra KKTC lehine Kıbrıs Türk Devleti adı ile olması pek muhtemel olarak yeni bir proaktif siyaset izleyeceği bir yol olarak değerlendirilebilir. Zira ayni ortak açıklamada KKTC Dışişleri Bakanı Tahsin Ertuğruloğlu şunları açıklamıştır;
"Türk tarafının, Türkiye'nin hiçbir politikası veya garantörlük hakkı Rum tarafına güvensizlik veren bir konu olmamıştır, olmayacaktır. 1974 Harekatı, Rumların kendilerinin bir darbe girişimi ve Enosis'i gerçekleştirme eğilimi sonrasında oluşmuştur. Dolayısıyla 1974'ü örnek göstererek 'Türkiye'nin garantörlüğünü bize güvensizlik verir.' gibi argümanlara prim vermek Türk tarafında kimseye yakışmaz. Toprak konusunda da Cumhurbaşkanımızın, Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın bu konudaki ifadeleri bizim için esastır. Diğer 4 başlıkta da Kıbrıs Türk halkının bu adada Rum'un boyunduruğu altına girme riskini taşımayacak, adanın egemen ve siyasi eşitliğine dayalı bir ortaklık dışında hiçbir formülü kabul etmediğimizi, anavatan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının 4 özgürlük hakkının inkâr edilmeyeceği kısacası Kıbrıs adasının geçmişte hiçbir zaman olmadığı gibi bundan sonra da hiçbir zaman bir Yunan adası olamayacağını garanti altına alan bir anlaşmadan bahsediyoruz. Bu anlaşmaya birileri varsa biz varız, yoksa herkes yoluna."
Tüm bu ifadelerin ötesinde, Rum-Yunan ikilisinin defaten olası anlaşma için öncelikle “garantilerin ortadan kaldırılması ”anlayışını sürdürdüğü ve bu yolla Türkiye’nin etkin ve fiili garantörlüğünün sona ermesini talep etmekten vazgeçmediği görülmektedir. Bu noktada Kıbrıs’ın jeopolitik konumu hakkında neler söylenebilir?
Dünya Adasını oluşturan Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarının kesiştiği bir bölgede yer alan Kıbrıs; Akdeniz’i Süveyş ve Bab’ül Mendep boğazları vasıtasıyla Hint Okyanusu’na; oradan Hürmüz Boğazı ile İran Körfezi’ne ve Güneydoğu Asya’daki Malaka Boğazı üzerinden Pasifiğe bağlayan; kritik önem arz eden deniz trafiğinin gerçekleştiği deniz ulaştırma hatları üzerinde bulunması itibariyle, tarih boyunca elde edilmek ve elde tutulmak üzere mücadele edilmiş bir yer olmuştur.
Tarihi incelediğimizde, Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’ya hâkim olmak isteyen güçlerin, öncelikle Kıbrıs’ı elde etmek için mücadele ettiklerini görürüz. Roma, Bizans ve Osmanlı imparatorlukları Kıbrıs’ı alarak ellerinde tutmak için savaşmışlardır. Kudüs ve Levant bölgesine sefer yapan Haçlı Orduları Kıbrıs’ı ele geçirerek, hücumları için dayandıkları bir ileri harekât üssü olarak kullanmışlardır. İngilizler, “yaşam hattı” olarak adlandırdıkları, Süveyş üzerinden sömürgelerine ulaşan deniz ulaştırma hattında bulunan Kıbrıs’a, stratejik önemi nedeniyle el koymuşlardır. Günümüzde de, Ada’daki Ağrotur ve Dikelya üslerini büyük bir hassasiyetle muhafaza etmektedirler.
Öte yandan, Tarihi İpek Yolu’nun Akdeniz’e ulaştığı noktaların tam karşısında yer alan Kıbrıs; günümüzdeki Modern İpek Yolu “Kuşak Yol Projesi”nin deniz ulaştırma hatları ayağında önemli bir konumda bulunmaktadır. Henüz başlangıç safhasında olan bu dev ulaştırma, alt yapı ve kalkınma projesinin ilerleyen aşamalarında Kıbrıs’ın önemi daha da artacaktır.
Kıbrıs Ada’sının doğusu güçler arası mücadele alanına dönüşmüş ve kanlı vekâlet savaşları halen devam etmektedir. Rusya Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında lağv edilen Akdeniz Filosu’nu tekrar kurmuş ve Doğu Akdeniz’de görevlendirmiş, Suriye’deki deniz ve hava üslerini güçlendirmiş, modern hava savunma sistemleri konuşlandırmış; buradaki askeri güçlerini kalıcı hale getirmiştir. ABD’nin bölgede kendi etkinliğini geliştirmeye yönelik karşı hamle ve mücadelesi de devam etmektedir. Artık dünya tarihinin Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’de yazılır hale geldiğini söylemek mümkün hale gelmiştir. Bu bölge, Küresel ve Bölgesel Güçlerin, şimdilik vekâlet savaşları parantezinde kalsa da, mücadele alanına dönüşmüş durumdadır.
Kıbrıs, işte önemi böylesine artan Doğu Akdeniz’de, hem saldırı, hem de savunma amaçlı kullanılabilme imkânı veren, adeta büyük bir Kale konumundadır. Dev bir uçak gemisi olarak da tanımlanabilecek olan Kıbrıs’a konuşlandırılacak uçaklarla, füzelerle Balkanlar, Anadolu, Ortadoğu, kısmen Kafkaslar ve Orta Asya’nın etki altına alınabileceği unutulmamalıdır.
Öte yandan, Kıbrıs’ın güneyinde Doğu Akdeniz havzasında keşfedilmiş zengin doğal gaz yatakları, Rus gazına muhtaç Avrupa’ya tek taraflı enerji bağımlılığından kurtulmalarını sağlama, kaynaklarını çeşitlendirme imkânı sunan yeni bir alternatif oluşturmaktadır. Doğu Akdeniz’deki mücadelenin boyutu, bu enerji yataklarının işletilmesi ve Avrupa’ya ulaştırılması konuları ile daha karmaşık hale gelmiştir. Rusya’ya yönelik ekonomik/siyasi yaptırımlar artarak devam ederken; Rusya ile ABD ve AB ilişkileri her geçen gün daha da gerilmektedir.
Özetle söylemek gerekirse; Doğu Akdeniz’deki deniz yollarının güvenliği Kıbrıs olmadan sağlanamaz. Anadolu’nun güneyden savunulması için Kıbrıs’ın ne kadar önemli olduğunu söylemeye dahi gerek yoktur. Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarının güvenle işletilmesi ve Batı pazarlarına naklinde Kıbrıs “bölgenin giriş kapısı” rolü oynamaktadır. Dünya’da etkinliğini artırmak ve/veya sürdürmek isteyen, uluslararası arenada yeni sahneleri sergilenmekte olan “oyunda” rol almak isteyen devletler için Kıbrıs gerçekten müstesna imkânlar sunmaktadır.
İşte böylesi bir jeopolitik öneme sahip Kıbrıs için, 28 Haziran’da devam edilecek olan İsviçre Kıbrıs Konferansı görüşmeleri, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Kıbrıs Türk Toplumunun geleceğinin belirlenmesinde kritik rol oynayabilecektir. Türk menfaatlerini doğrudan ve ciddi şekilde etkilemesi kaçınılmaz olan bu tarihi gelişmelerin, büyük bir devlet ve millet şuuruyla ele alınması gereklidir.
2455 Görüntülenme Sayısı