• 5 Mayıs 2024 Pazar
COĞRAFYANIN TÜRK DIŞ POLİTİKA 0 Yorum 1 BEĞENİ

COĞRAFYANIN TÜRK DIŞ POLİTİKASINA ETKİSİ: ZORLUKLAR VE FIRSATLAR

Konuk Yazar
Konuk Yazar
Yazar

       

 

Dr. Jakub KOREJBA*

 

Son otuz yılda küreselleşme süreci, güç ve toprak arasındaki bağlantıyı Soğuk Savaş döneminde olduğundan daha az geçerli kılıyor gibi görünse de; belirli bazı devletler için coğrafya, dış ortaklara yönelik karar alma süreçlerinin boyutunu ve şeklini belirleyen önemli bir faktör olmaya devam ediyor.

Jeopolitik olarak aktif birçok bölgenin kavşağında yer alan Türkiye, doğrudan komşularından kaynaklanan risklere aşırı derecede maruz kalmaktadır. Aynı zamanda bu özel konum, Ankara'yı diplomasisini daha esnek ve yaratıcı hale getirmeye motive ediyor ve bu durum, diğerlerinin yanı sıra  Rusya’nın Ukrayna'daki savaşına karşı tutumunu da açıklıyor.

Her devletin siyasi konumu, hem fırsatlar hem de riskler açısından haritadaki konumuna göre belirlenir. Hiçbir ülke, stratejik amaçlarını formüle ederken coğrafyayı göz ardı edemez ve herhangi bir hükümetin bariz görevi, fırsatlardan yararlanarak ve risklere maruz kalmaktan kaçınarak coğrafyanın ulusal çıkarlara en iyi şekilde hizmet etmesini sağlamaktır[1]. Avrasya'nın kenarında, jeopolitik olarak aktif ve genellikle sorunları çözmekten çok sorun üreten bir dizi bölgenin kavşağında yer alan Türkiye, özellikle bu mahalleye yönelik her kararda coğrafyasının olası etkisini hesaba katmak zorunda kalıyor: komşularından birine doğru atılan bir adım, diğerlerini en beklenmedik şekilde etkileyebilir[2].

Uzun yıllar boyunca Orta Doğu, Güney Kafkasya ve Balkanlar geleneksel bir sorun kaynağı, Doğu Akdeniz ise, bir gerilim kaynağıydı ve sonuç olarak Karadeniz, Türkiye'yi çevreleyen tüm bölgeler arasında en istikrarlı ve huzurlu olanı görünüyordu. Ancak 2014'te Kırım'ın Rusya tarafından ele geçirilmesinden sonra ve özellikle 2022'de başlayan topyekûn savaşın ardından, Ankara'yı çevreleyen tüm bölgelerin 'zor' olarak tanımlanabileceği ve 'zor' olarak nitelendirilebileceği gerçeğiyle karşı karşıya bırakan gerçek artık bu değil; ‘Karadeniz istikrardan çok artık bir risk kaynağıdır’. Böyle bir ortamda, bir ülkenin dış politikası kendisini kalıcı bir kriz yönetimi rolünde, yani herhangi bir belirgin fayda aramak yerine daha fazla bozulmadan kaçınmaya zorlanmış halde bulur.

Suriye'deki savaş sonrası gerçekliğin belirsiz geleceği, Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki donmuş ihtilaf, Balkan devletleri arasındaki gerilimler, Kıbrıs çevresindeki durum ve Yunanistan'ın Ege'deki muğlak politikası  Ankara’nın Rusya-Ukrayna ihtilafını ve onun Karadeniz bölgesindeki potansiyel sonuçlarını bir tür jeopolitik kumardan ziyade kesinlikle tırmanışın önlenmesi boyutuyla değerlendirmesine mecbur bırakıyor.

Bu tür durumlarda, ne Rusya yanlısı ne de Ukrayna yanlısı olmak kolay değil, çünkü zaten zor olan genel durum Ankara'yı sadece Türk yanlısı olmaya, yani başka herhangi bir düşünceden önce ulusal güvenliği düşünmeye zorluyor. Yakın çevresinde bir başka olası tırmanış, Ukrayna'daki savaşın bir bütün olarak Karadeniz'e yayılması gibi ek riskler üretecek ve bu durum sonunda Türkiye'yi öngörülemeyen ve potansiyel olarak riskli bir ortamla tamamen kuşatılmış bir ülke haline getirecektir. Yeterince kötü bir durumla uğraşmak zorunda olan Ankara'nın amacı, fiili koşullarda, yani pratikte, kuzey komşusunu olabildiğince 'normal' tutmak, Rusya ve Ukrayna'yı Karadeniz'deki çatışmaları tırmandıramaz ve/veya tırmandırmak istemez hale getirmektir. .

Türkiye'yi çevreleyen süregelen veya potansiyel çatışma bölgelerinin hiçbiri belirgin ve yakın bir barış çözümüne sahip değil, bu durum da büyük olasılıkla her birindeki durumun potansiyel olarak her an daha da kötüye gidebileceği ve Ankara'yı koşulların dikte etmesiyle basit kuvvetle derhal tepki vermeye hazır hale getirebileceği anlamına geliyor. Suriye, Karabağ, Balkanlar veya Ege olsun, yapıcı strateji alanı, durumun gerçekte olduğundan daha kötüye gitmesini asgari düzeyde önlemekle sınırlıdır. Yukarıda belirtilen sorunlu bölgelerin tamamı, Ankara'nın kontrolünde olmayan ve dolayısıyla Türkiye'nin çıkarlarını gözetmeden hareket eden yerel, bölgesel ve küresel güçler için jeopolitik bir oyun alanı konumundadır.

Aynı durum, Ankara'nın çıkar ve niyetlerinden bağımsız olarak başlayan, gelişen ve muhtemelen sona erecek olan Rusya-Ukrayna çatışması için de geçerli. Bir yandan Moskova ile Kiev arasındaki ikili dinamiklerin ürünü, diğer yandan da küresel bir güç kaymasının parçası. Dolayısıyla doğuşu, dinamikleri ve olası çözümü, potansiyel olarak etkilediği “orta güçlerin” iradesine bağlı değildir. Bu gibi durumlarda, tek rasyonel strateji, Türkiye'nin güvenliğini potansiyel olarak etkileyebilecek tali hasarı sınırlamak, taraflardan biri (ve bu çatışmada çıkarı olan küresel oyunculardan biri, özellikle ABD veya Çin) tarafından araçsallaştırılmaktan kaçınmak ve bu çatışmanın nihai sonucu ortaya çıktıktan sonra Türk milli çıkarlarına zarar verecek bir pozisyon almamak (kaybeden tarafta yer almamak, özellikle böylesi bir olasılığa her türlü resmi veya sözlü uzun vadeli yükümlülüklerle bağlı olmamak) ve aynı zamanda sadece Ukrayna ve Rusya'yı değil, Rusya ve Batı'yı da karşı karşıya getiren çatışmanın içinde kendi karar alma marjını bulmak, güvenliğini almak ve genişletmeye çalışmaktır.

Avrupa Birliği[3] ve Rusya[4], Türkiye'nin sadece komşuları değil, aynı zamanda gelişimini önemli ölçüde etkileyen ve Ankara'nın uluslararası sistemde işgal ettiği yeri olumlu ya da olumsuz yönde önemli ölçüde etkileme potansiyeline sahip olan ülkelerdir. Türkiye'nin nihai hedefi bu mahalleyi düşman değil, müttefik yapmaktır, ki bu da pratikte uluslararası ortamının riskten çok fırsat üretmesini sağlamak, Türk çıkarlarına karşı değil, Türk çıkarları doğrultusunda çalışmasını sağlamaktır.

Ve gerçekçi olmak, İran, Suriye, Irak, Kıbrıs, Yunanistan veya Ermenistan gibi komşuların yapıcı bir ortak olmasını beklemenin son derece zor olduğu düşüncesine yol açar, çünkü gerçek şu ki, sadece istemediklerinden (öznel) veya yapmaya imkanları olmadığından (nesnel) farklı nedenlerle hiçbiri bunu istemez ve öngörülebilir bir gelecekte Ankara için böyle bir ortak olamaz.

Ankara'nın coğrafyası gereği kullanabileceği yapıcı potansiyel, diğer komşularının durumunu da göz önünde tutarak,  Avrupa ve Rusya ile ilişkilerinde yoğunlaşıyor ve ulusal –menfaatler- odaklı diplomasi bu iki yönün korunmasını ve paralel olarak açık tutulmasını gerektiriyor. Sonuç olarak, AB (ve mantıksal olarak Batı'nın vekili olarak Ukrayna) ile Rusya arasında bir seçim yapmak, diğer yönü derhal kapatarak Türk ulusal çıkarlarıyla doğrudan çelişecektir (Türkiye, AB veya Rusya tarafından derhal yaptırım ve tecrit edilecektir) ve Ankara'yı tamamen son kalan ortağa bağımlı bırakacaktır. İlave olarak tek bir ortağın bu tür "jeopolitik tekeli", tam bir izolasyondan önceki bir adımdan başka bir şey olmadığı için kesinlikle kaçınılması gereken bir şeydir.

Türkiye bulunduğu konum itibariyle tek ortağa bağlı bir lükse izin veremez. Batı koalisyonuna katılırsa, Ukrayna'nın zaferini pek garanti etmeyecek, ancak sonuç olarak, diğer tüm bölgelerde Türk dış politikasını Batı çıkarlarına bağımlı hale getirecektir. Sonuç olarak, Türkiye'nin Suriye, Güney Kafkasya ve diğer bölgelerdeki politikası artık Ankara'da değil, Brüksel veya Washington'da formüle edilecek ve onu dış çıkar odaklarının bir alanı haline getirecektir.

Bu, farklı coğrafi konumu nedeniyle ABD veya Fransa ile doğrudan çelişkili çıkarları olmayan ve bu nedenle Rusya'ya yönelik Batı ana akımında kalabilen ve hatta Rusya karşıtı koalisyonun şampiyonu olmaya çalışan Polonya'dan büyük bir fark yaratıyor: En kötü senaryoda, Batı onu görmezden gelir, ancak onu ulusal çıkarlarına aykırı bir politika benimsemeye büyük ihtimalle zorlayamaz. Kritik bir şey yok, Batı, Polonya'nın bir bütün olarak Doğu Avrupa'ya ve özel olarak Ukrayna'ya yönelik hedeflerine verdiği destek karşılığında Polonya'dan taleplerde bulunabilir. Ancak Türkiye farklı bir hikaye: Ukrayna'daki Batı koalisyonunu desteklerse, karşılığında özel olarak değerli hiçbir şey almayacak, aynı zamanda büyük olasılıkla dış politikasının diğer tüm bölümlerini Batı'nın talepleri doğrultusunda (örneğin Suriye veya Karabağ'da) ulusal çıkarlarına zarar verecek şekilde ve dahası, muhtemelen iç politikasını da Batı'nın görüşlerine tabi kılacak. Rusya karşıtı koalisyonun bir parçası olmak Polonya'nın aksine, Türkiye'ye daha az egemenlik alanı bırakacak ve karar alma koridorunu daraltacaktır.

Aynı mantık Türkiye'nin Rusya'ya karşı tutumu için de geçerli: Kendisini aleni bir Rus destekçisi yapmak, Ankara'yı otomatik olarak Moskova'nın sözde Çin liderliği altında oluşturmak istediği Batı karşıtı bir koalisyonun içine sokacaktır, çünkü bağımsız olarak liderliği ele alamaz. Burada da Rusya'nın eşi benzeri görülmemiş izolasyonunun zorlamasıyla zaten sağladığına ek olarak Türkiye'ye sağlayabileceği herhangi bir potansiyel pratik faydayı hayal etmek zor. Rusya'nın müttefiki olmak, Suriye ve Güney Kafkasya da dahil olmak üzere Türkiye'nin ulusal çıkarları için hayati önem taşıyan birçok bölgede ona taviz vermeyi ve Rusya'nın Batı karşıtı fikir ve eylemleriyle aynı çizgide olmayı gerektirecektir. Bu, Ankara'yı kalıcı olarak küresel ana akımdan izole edilmiş, herhangi bir belirli kârı olmayan ülkeler kategorisine taşıyacaktır.

Ulusal odaklı pragmatik diplomasinin görevi, Rusya'nın izolasyonunu kullanmak ancak ona katılmamak, Rusya'nın yanlış hesaplarından yararlanmaktır ve en pragmatik strateji özellikle Türkiye'yi ilgilendirebilecek bölgelerde iki ülke arasındaki nüfuz oranının otomatik olarak Ankara'nın lehine değişmesini alçak bir profilde beklemek olacaktır(Azerbaycan'da zaten olan ve pekala Orta Asya'da tekrarlanabilir, çünkü bu bölgeler Rusya'nın herhangi bir düzeni garanti edemeyeceğini görüyor ve aynı zamanda Çin'in egemenliğinden korkuyor). Türkiye; Rusya onun Balkanlar, Güney Kafkasya veya Orta Doğu'daki çıkarlarını destekleseydi, Rusya'yı desteklemek zorunda kalabilirdi, ancak Rusya’nın politikası bu doğrultuda değildir ve Ukrayna savaşı potansiyelini tükettikçe bu olasılık gittikçe daha da azalacaktır.

Türkiye'nin jeopolitik konumuna ilişkin kısa panoramik genel bakış, açıkça şu sonuca varıyor: Coğrafya, jeopolitik durumun en önemli faktörlerinden biri olmaya devam ediyor ve öngörülebilir gelecekte de olmaya devam edecek.

Ankara'nın dış politikası, durumun riskten çok şans sağlayıp sağlayamayacağına, koşulların ürettiği enerjiyi, fiilen kendisi şekillendirecek duruma gelinceye kadar, diplomatik olarak kendi lehine kullanabilmesine bağlıdır.

Kendi jeopolitik ortamını oluşturmak karmaşık bir iştir ve bu özel durumda, derin ve geniş kapsamlı bir hesaplama, bir kar-zarar hesabı gerektiren küresel, bölgesel, yerel ve iç faktörlerle (tüm komşularıyla) birçok yönde ve simültane olarak çalışılmasını gerektirir.. Bu, Türk dış politikasını son derece karmaşık, öngörülemez ve riskli ama aynı zamanda büyüleyici bir süreç haline getiriyor.


*Dr. Jakub Korejba, Siyaset Bilimci, Gazeteci, Rusya Uzmanı.

[1] Robert D. Kaplan, Coğrafyanın İntikamı, Random House, Inc., 2012.

[2] https://www.institutmontaigne.org/en/analysis/quest-autonomy-history-geopolitics-and-ideology-turkish-foreign-policy

[3]Özlem Terzi, The Influence of the European Union on Turkish Foreign Policy, Routledge, 2010.

[4]https://www.wilsoncenter.org/blog-post/russias-turkey-foreign-policy-objectives 

 


261 Görüntülenme Sayısı
  

Sizin Yorumlarınız Bizim İçin Önemli *