TÜRKİYE YENİ DÜNYADA YERİNİ ALACAKTIR
Ataalp PINARER
Sovyetler Birliği ile A.B.D. arasındaki II Dünya Harbi’nden sonra başlayan Soğuk Savaş, 1991 yılında Sovyetler Birliğinin dağılması ile sona erdi.
Komünist blok ile Kapitalist Batı Dünyası arasındaki mücadelenin neden olduğu trajedilerin en korkunçları meydana gelen harpler sonucu çeşitli milletlerin bölünmesi ve birbirlerinden kopuk şekilde ayrı bloklar içinde yaşamaları oldu. Bu milletlerin üçü Alman, Vietnam, Korelilerdir. Ancak bölünmüş olan bir dördüncü millet daha var.
İlk olarak Vietnam bölünmeden kurtuldu. Kuzeydeki komünist güçler, önce milliyetçi lider Ho Şi Min liderliğinde 1954 yılında Fransızları bozguna uğrattılar. Ülke, yapılan anlaşmalarla komünist kuzey ve Amerikan yanlısı güney olmak üzere ikiye bölündü, arada askerden arındırılmış bir bölge vardı. Kalıcı bir çözüm için ülke çapında seçim sözü verildi ama bu asla gerçekleşmedi. Beş yıl içinde komünistler, güneyde gerilla savaşı başlattılar. Savaş Kuzey Vietnam güçlerinin 1975’te Amerikan ordularına karşı büyük bir zafer kazanarak Saygon ve ülkenin tamamının kontrolünü ellerine geçirmesiyle sona erdi. Böylelikle Soğuk Savaş sırasında birleşmesini gerçekleştirebilen ilk millet Vietnamlılar oldu.
II Dünya Harbi neticesinde Doğu ve Federal Almanya olarak Komünist Rusya ile Batı Dünyası arasında bölünen Almanya da 1989 yılında Berlin Duvarının Doğu Alman halkının isyanı ile yıkılması ile başlayan ve sırasıyla Varşova Paktı ve Sovyetler Birliği’nin çöküşü ile nihayete eren olaylar sonucunda 3 Ekim1990 yılında birleşmesini gerçekleştirdi.
Bölünmüş diğer bir ülke olan Kore’nin birleşmesi yolunda 3 Ekim 2007’de imzalanan anlaşma ile bir başlangıç adımı atıldı. Ancak Kuzey Kore diktatörü Kim Jong Un’un uzlaşmaz ve saldırgan politikaları nedeniyle bu konuda bir ilerleme sağlanması şu an için mümkün gözükmüyor.
Gelelim bölünmüş son millete. Bölünmüş durumdaki son millet Türk’lerdir. Ancak bu büyük projenin ilk halkası Türkiye ve Azerbaycan Türkleridir. Artık “bir millet iki devlet” gerçeğini her iki ülke halkından herkesin kabul ettiği mevcut durum, dünya üzerinde tamamlanan/tamamlanmakta olan birleşmeler ışığında sürdürülemez.
Osmanlı topraklarına dâhil olan Azerbaycan’ın kanlı ve acıyla örülmüş mâzisinde; işgalin iki önemli tarihi 1813 Gülistan ve 1828 Türkmençay anlaşmalarıdır. Azerbaycan, bu anlaşmalarla Ruslar ve Farslar arasında bölüşülmüş pay edilmiştir.
I Dünya Harbi’nde Doğu (Kafkas) Cephesi'nde, Mondros Mütarekesi'nin imzalandığı 30 Ekim 1918 tarihinde, Türk kuvvetleri Kuzeybatı İran, Azerbaycan ve Kuzey Kafkasya'ya hâkimdi. Fakat Mondros Mütarekesi'nin 11. ve 15. maddelerine dayanan İngilizler, 11 Kasım 1918'den itibaren Türk birliklerini 1914 yılındaki harpten önceki Türk-Rus hududuna dönerek, Kars, Ardahan ve Batum'u boşaltmaya zorlamışlardır. Böylece Brest-Litovsk Antlaşması ile alınan üç sancak, ayrıca Kuzeybatı İran ve Kuzey Kafkasya, Mondros Mütarekesi gereğince terkedilmiştir. Bununla birlikte Söz konusu yerlerin Anavatana bağlanması için yoğun faaliyetlere devam edilmiş ve Kars, Ardahan için başarılı olunmuştur.
Misak-ı Milli’nin 1. maddesinde, Mondros Mütarekesi'nin imzalandığı 30 Ekim 1918 tarihine kadar, mütarekenin çizdiği sınır içinde ve dışında din, ırk veya gaye bakımından birbirine bağlı Osmanlı-İslâm çoğunluğunca yerleşik bölgelerin tamamının bölünmez bir bütün olduğu belirtilmektedir. Böylece mütarekenin imzalandığı sıralarda elimizde bulunan topraklardan katiyetle taviz verilemeyeceği, hatta sınır dışında kalan ve Müslüman milletlerce yerleşik olan bölgelerin ülkemizin tabi uzantısını oluşturduğu ifade edilmektedir.
1917 Komünist İhtilali sonrasında gelişen olaylar sonucunda, I Dünya Harbi’nin son aşamalarında Osmanlı Ordusu tarafından Azerbaycan Türklerinin de desteği ile kurtarılan Azerbaycan, emperyalist çıkarlar sonucu Türkiye Türklüğünden koparılmıştır.
Birleşmiş Türkiye ve Azerbaycan Devleti doğal kaynaklar, teknoloji ve sermaye açısından büyük bir potansiyele sahip olarak diğer Türk devletleri üzerinde de mıknatıs etkisine sahip olacak, kalkınma ve gelişmesini artan bir hızla sürdürecektir.
Böyle bir birleşme, Ermenistan’ın Türkiye’ye karşı şımarık ve anlaşmaz politikalarından vazgeçirecek, Ermenistan ile İran’ı köşeye sıkıştıracak, Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında Türkiye’ye karşı artık “düşmanca” olarak tanımlanabilecek politikalar izleyen, açıkçası dolaylı olarak Türkiye’yi kuşatıcı bir siyaset izleyen ABD’ye karşı yeni bir savunma hattı oluşturacaktır.
Suriye’de ABD desteğindeki PKK-YPG-PYD terör örgütü son birkaç yıldır, DAEŞ’ten boşalan yerleri ele geçirerek, Akdeniz’e doğru denize bir çıkış elde etmek maksadıyla, hâkimiyet alanını genişletmişti.
Bilinmelidir ki; denize çıkış bir devletin yaşamını devam ettirmesi için son derece önemli bir jeopolitik özelliktir. Özellikle korunup hamilik edilmesi planlanan, yeni bir “küçük İsrail” benzeri yapının, bu bölgede etkili bir şekilde desteklenebilmesi buna bağlıdır. Ayrıca, bölge petrolünün “tercih edilmeyen” bölge ülkelerine bağımlı olmadan, boru hattı vasıtasıyla denize ulaştırılarak, doğrudan dış pazarlara satılabilmesi kurulması öngörülen bu devlete ekonomik bir can damarı olacaktır,
İşgal edilen alanlar, Türkmen-Arap nüfus sürülerek, korkutup kaçırılarak fiili bir Kürt yaşam bölgesine dönüştürüldü. YPG-PYD’nin Akdeniz’e çıkmak maksatlı saldırılarında hedeflerindeki son bölge, Cerablus-Azez hattı idi. YPG-PYD göstermelik başka unsurları da içine alarak, Amerikalılar tarafından kurnazca icat edilen, Suriye Demokratik Güçleri (SDG) adı altında faaliyetlerine devam etti. Türkiye’nin Fırat’ın batısına geçilmesini kabul etmeyeceğine yönelik “kırmızı çizgisi” de, hem SDG ismi, hem de daha güneyden dolanarak önce Membiç’in alınması ile ciddi şekilde sulandırılmış oldu.
Türkiye’nin Cerablus’a yönelik Özgür Suriye Ordusu’nu destekleyici yöndeki müdahalesi köprüden önceki son çıkıştı. Bundan sonra bölgede her şey yeniden düşünülmek durumundadır.
Artık yeni bir dünya kurulmaktadır ve Türkiye bu kuruluşta başrol oyuncusu konumundadır. Türkiye ezilen, sömürülen, bölünen, kendi aralarında savaştırılan Müslümanların ve Türk Dünyası’nın lider ülkesi haline gelmiştir. Emperyalizmden çok acılar çekmiş, hiçbir zaman tam anlamıyla bağımsız olması istenmemiş, çeşitli müdahalelerle diz çöktürülmüş ve güdülmüş bu milletler artık hesaplarını bu duruma göre yapmak durumundadırlar. Ya ezenle işbirliği hıyanetine düşecekler; ya da kurtarıcı liderle omuz omuza vereceklerdir.
4069 Görüntülenme Sayısı