• 21 Aralık 2024 Cumartesi
Mustafa Abdülcemil 0 Yorum1 BEĞENİ
Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu

Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu

10 Şubat 2018 Cumartesi          

 Mustafa Cemiloğlu, Kişiliği ve Görüşleri

Ludmilla Alexeyeva ( Çeviren Gökçenur Pınarer Çitil)

      Mustafa Cemiloğlu Kırım Tatarlarının milli kahramanıdır. Sovyetler Birliği’ndeki şartlar, kahramanlık ve kendini feda edebilme gibi kişilik özelliklerini her bağımsız, sosyal bir hareket içerisindeki eylemci için gerekli kılar. Bu yola baş koyan her kimse, en başından bu özellikleri göstermelidir, eğer göstermezse kendi bağımsız sosyal konumunu muhafaza edebilmesi mümkün olmayacaktır. Bu nedenle, Sovyetler Birliği’ndeki insan hakları hareketinin yanı sıra gerçekleşen tüm milli ve dini hareketlerin kendi kahramanları vardır. Tek başına altı dönemden fazla hapis yatmış Mustafa Cemiloğlu’nun kahramanlığı, Kırım’a geri dönüş için yapılan Kırım hareketindeki diğer kahramanların içerisinde göze çarpar niteliktedir. Yetkililerin Mustafa Cemiloğlu için yürüttükleri politika ortadadır, onu kendilerinin daimi mahkûmu olarak cezalandırmışlardır. Ceza mercilerinin Mustafa Cemiloğlu’na karşı olan zalim tutumları özellikle Kırım Tatar hareketinde üstlendiği görev ile ortaya çıkmıştır, çünkü o, bu hareketin kabul gören akıl hocasıdır. Mustafa Cemiloğlu resmi Sovyet modeline karşı Kırım Tatarları Tarihi kavramını geliştirip bu kavram temelinde Kırım Tatar hareketi için bir platform oluşturmuştur. Bu platform da hareket üyelerinin ilkelerini etkileyen strateji ve taktikleri belirlemiştir. Bireysel bir kişilik olarak Mustafa Cemiloğlu neyi temsil etmektedir? Bağlı olduğu görüşler nelerdir? Kişiliği 18 Mayıs 1944’te sürülen ve memleketlerine geri dönmek için çırpınan insanlarının trajedileriyle şekillenmiştir. Kırım Tatarları hareketi ideolojisi ve hareketin özellikleri üzerinde birey olarak iz bırakmıştır.

       Mustafa Cemiloğlu 13 Kasım 1943 tarihinde, Kırım’ın Sudak bölgesinde, Ay- Serez  (Boskoe) kasabasında doğdu. 1944 yılının Mayıs ayında daha yedi aylıktı. Bu yüzden işkence yolundaki dehşeti hatırlamamaktadır. Ancak bilinçlenmeye başladığından itibaren bir mülteciydi, Kırım Tatarı anne- babadan doğduğu için özel bir rejime mahkûm edilmişti(1). Bütün çocukluk hatıraları bu özel rejim hakkındadır. Mustafa, hayatının ilk on iki yılı boyunca özel rejimin kendilerini yerleştirdiği küçük yerleşim yerinden başka şey bilmiyordu, buradaki özel mültecilerden başkasını ne görebilir ne de tanıyabilirdi. Bu insanların çoğu Kırım Tatarıydı. Diğer milletlerden insanların çoğu ya muhafız ya da işlerinin başındaki ustalardı. Özel yerleşimler yabancı düşmanlığı için ideal bir ortam hazırlıyordu.

      Mustafa, çocukluğunun ilk yıllarından itibaren sayısız hikâye dinledi. Bunlar efsane değil, sürgünü yaşamış insanların ifadeleriydi. Istırap dolu sürgün yolunda ölen arkadaşlarının isimlerini söyler, ölümlerinin nasıl insanlık dışı koşullarda gerçekleştiğinden bahsederlerdi. Sürgün sırasında cephede savaşan Kırım Tatarlarından sık sık başka hikâyeler de duyardı. Onların yazgısı sonuna kadar savaşmaktı. Ancak savaştan sağ çıkmayı başaranların hepsi aynı başkalaşımdan geçti. Terhis olur olmaz büyük Sovyet Ordusunda asker ve subay olmaktan vatan hainine dönüştüler ve bu şekilde aynı vatan hainlerinin kendilerini beklediği özel yerleşim birimlerine gönderildiler. Onları bekleyen vatan hainleri, anneleri, eşleri ve çocuklarıydı. Mustafa’nın babası Abdulcemal Mustafayev de böyle bir dönüşümden geçmişti. Eşi Makfure ve dört küçük çocuğu on beş dakikalık bir yoklamadan sonra evlerinden atılıp Özbekistan’daki özel yerleşim alanına gönderildiklerinde cephede savaştaydı. Sadece Mustafa’nın annesi, babası, ağabeyleri kız kardeşleri ve kendisi değil, savaştan sonra doğan kız kardeşi de hain olarak görülüyordu. Bütün Kırım Tatarlarına “hain” damgası vurulmuştu.

      Doğduğundan, daha doğrusu çocukluğundan itibaren Mustafa ‘Biz neden cüzzamlı muamelesi görüyoruz?’ sorusuna cevap aradı. Bu sorunun iki farklı cevabı vardı.

      Sovyet gazete ve dergilerinde, aynı zamanda Mustafa’nın okuduğu ilk ilkokul kitaplarında, Kırım Tatarları, asırlardır eşkıyalık ve hırsızlıkla geçinen, Rus komşularına devamlı zorluk çıkaran, sinsi, saldırgan ve zalim insanlar olarak gösteriliyordu. Yazılı kaynaklar, Nazilerle yapılan savaşta Kırımlıların ihanet etmesinden bahsetmiyordu. Ancak özel yerleşim alanlarındaki komutanlar ve okulda tarih derslerine giren öğretmenler bundan sık sık söz ediyordu. Gizli toplantılarda hepsi, Kırım Tatarlarının genelde sonradan öğrendiği bu bilgileri alırdı. 1965 yılında Mustafa kendini böyle bir toplantının içerisinde buldu. Taşkent’te bulunan, adını Novay’dan sonra alan halk kütüphanesinin akademisyenler için ayrılan salonunda, Özbekistan Komünist Partisi merkezi komite sözcülerinden biri olan Blok, konuşmasında; Tatarların Kırım’a döndürülmeyeceğini çünkü savaş sırasında ihanet ettiklerini, Nazilere yardım etmek amacıyla beş tane birlik oluşturduklarını ve Kırım topraklarında faal olan Sovyet partizanlarının çoğunu yok ettiklerini söyledi. (2)

      Sovyet Birliği’nde Kırım Tatarlar tarihi hakkında bulunabilen yegane eser, Tatarların bir millet olarak tanımlandığı bilinen P. Nadinski tarafından düzenlenen dört ciltlik “Kırım Tarihi Üzerine Notlar” eserdir. 1951’de yayımlanan ilk ciltte şöyle yazmakta: “yağma ve eşkıyalıktan kazandıklarıyla yaşamaya alışmış olan Tatarlar üretken iş sahalarında hem az hem de isteksizce çalışmışlardır. Bu sebeptendir ki Kırım, Rusya’ya 1783 yılında teslim edilene kadar geri kalmış ve fakir bir ülkeydi.” Nadinski aynı zamanda “ Kırım’ın talihini Rusya ile birleşmesi değiştirdi, bölgenin ekonomisi düzeldi.” diye yazmıştır(3).

      Neden “ 3 asırlık batak hayatı”? Çünkü Nadinski’ye göre, Rus toprağı olmadan evvel “Kırım, ezelden beri Rus toprağıydı ve Kırım’ın Rusya’ya katılması yabancı toprakların ele geçirilmesi olarak görülemezdi.(4) “1783 yılında tarihi adalet yerini buldu, Kırım toprağı Rusya’ya bağlandı” diye yazan V. Vetlina da Nadinski’nin söylemlerini yineledi(5). Sovyet kaynaklarında, Kırım’daki Kırım Tatarları hakkında adil bilgi bulmak imkânsızdır.

      Mustafa daha sonra, savaşı takiben çok büyük bir yağmanın başlatıldığını öğrendi. Kırım Tatar dilinde yazılmış her şey, “Marksizm- Leninizm Klasikleri” de dâhil olmak üzere, Nadinski ya da Vetlina’nın Kırım tarihi ya da Kırım Tatarları hakkındaki fikirlerinden başka fikirleri içeren Rus kitaplarının tümü yakılmıştı. Camiler yok edilmiş, Müslüman mezarları yerle bir edilmişti. Mezar taşları yeni binaların inşasında inşaat malzemesi olarak kullanılmıştı. Sokakların, köylerin, şehirlerin Tatarca isimleri Rusçaya çevrilmişti. Orwell’ın eserinde olduğu gibi, tarihi eserler baştan yazılmış, antik çağdan günümüze uzanan Kırım Tatarlarının tarihi, Parti’nin amaçlarına uygun şekilde çarpıtılmıştı. Bu amaçlardan biri de insanlardaki Kırım tarihi bilincini kökünden kazımaktı ki bu da Kırım Tatarlarının kötülenmesinden, onlara iftira atmaktan geçiyordu. 

      Mustafa özel yerleşim alanının, çoğu iyi eğitimli olan yaşlı sakinlerinden başka bir cevap daha aldı. Bu yaşlı sakinler eski Kırımlı Tatar elitlerdi. Önceden Parti ve Sovyet çalışanı, yazar, öğretmen, artist, doktor ve mühendis olarak çalışmaktaydılar. Mülteci olarak gönderildikleri küçük kasabalardaki özel yerleşim alanlarında ise vasat bir fabrika işçisinde farkları yoktu. Mustafa’nın acı sorusuna “Sovyet Birliği Komünist Partisi’nin (CPSU) 20. kongre kararları ruhuyla” cevap verdiler: Kırım Tatarları kişilik kültü dönemindeki hatanın kurbanlarıydı, milletler üzerindeki Leninist politikadan Stalinist politikaya sapmanın kurbanlarıydılar. Bu söz Kırım Tatarları için doğru ve aynı zamanda faydalı bir yargıydı. Lenin’in 1921’de imzaladığı kararnameye göre Kırım, Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti (RSFSR) içerisinde özerk devlet statüsü kazanmıştı. Bu statü sayesinde Kırım Tatarlarının ana dillerinde eğitim veren okulları; tiyatroları, kulüpleri, gazeteleri ve yayınevlerini içerisinde barındıran başka kültürel dernekleri vardı. Nazilerle olan savaşta Kırım tatarları işgalcilere karşı Ruslarla birlikte cephede ve parti birliklerinde kahramanca savaştılar. ( Mustafa bunu aile kaynaklarından biliyordu çünkü babası da cephede savaşmıştı.) Kırım Tatarlarını ilgilendiren “hata” o kadar aşikârdı ki günümüz Sovyet liderleri hiç şüphesiz bunu düzeltirlerdi.

      Stalin’in ölümünden 3 yıl sonra, 1956 yılında, yirminci “Leninist demokrasi ilkelerinin tekrar yapılandırılması” kongresinde konuşmalar geçiyordu. Bu kongrenin, “ kült” ün çirkin yükselişini durdurmak ve Kırım Tatarlarının özel yerleşim alanlarından anavatanlarına geri dönmelerini sağlamak amacıyla, kanunlarda acil değişiklikler yapmak için yeterli olacağı düşünülüyordu. Ancak fiilen hiçbir şey yapılmadı. Doğru, Sovyet Birliği Komünist Partisi 20. Kongresinden hemen sonra, 28 Nisan 1956’da, yüksek konsey heyetinin mültecileri özel yerleşim alanlarından salacağına dair bir bildiri yayımladı. ( Bu bildiri basında yayımlanmayacaktı) Ancak yayımlanan bildiri Kırımlıları vatana ihanet suçundan aklamıyordu, ayrıca Kırım’a geri dönmeleri hususunda da bir engeli yürürlükte tutuyordu. Kırım Tatarlarına pasaport verilmişti, ancak pasaportların verilmesi halinde alan kişiye, sürgün zamanında Kırım’da kalan malları hakkında hiçbir talepte bulunmayacağına dair bir belge imzalatılıyordu. Böyle bir belge imzalatılmadan pasaport verilmiyordu. Kırımlılara karşı alınan yasadışı önlemleri düzeltmedeki başarısızlıklara ek olan bu bildiri Kırım Tatarlarının Kırım’a geri dönüş hareketini altüst etti. Bu hareket Mustafa Cemiloğlu’nun tüm hayatını değiştirdi.

      Tatar hareketini başlatanlar eski Parti ve Sovyet çalışanları olan Kırımlı Tatarlardı. Hemşerilerini, üst Parti ve Sovyet mahkemelerine çıkmaya ve Kırımlı Tatar halkının kaderinin mümkün olan en kısa zamanda belirlenmesini istemeye çağırdılar. Hareket bu dönemde kendini yalnızca rica eden ve sadık tonlarda yazılmış dilekçeler şeklinde kendini gösterdi. Bu dilekçelerde genelde önce 1944’ten önceki Sovyet Devleti’nin Kırım Tatarlarına olan cömertliği anlatılır sonrasında da Kırım Tatarlarının Sovyet sistemine, Partiye ve hükümete bağlı kalacaklarının güvencesi verilirdi. Yetkililerin “ kişi kültü dönemi yanlışlarını” düzelteceklerine ve Kırım Tatarlarını vatanlarına geri göndereceklerine dair olan inançlarının tam olduğunu da genelde belirtirlerdi. Kırım Tatarlarının dilekçe kampanyasını gerçek anlamda herkes destekliyordu. Kimi dilekçede 100.000’den fazla imza vardı. Ancak, sürgünü “kişi kültü dönemindeki yanlış” olarak gören yeni hükümetten insanların isteklerini belirten dilekçeler için bir cevap alınamadı. 1961- 62 yıllarında, devlet yetkilileri dilekçe kampanyasını başlatanlara yaptıkları eylemin hoş karşılanmadığını ve kendileri için kötü sonuçlara yol açabileceğini söyledi. Bunun üzerine önemli bir bölüm hareketten çekildi. Çıkmaza giren hareket, gelecek beklentisi de kalmayınca durma noktasına geldi. Bu dönemde kendini hiçbir şekilde lider olarak görmeyen ve dilekçe hareketinde hiçbir aktif rol almamış olan 18 yaşındaki Mustafa Cemiloğlu Hareket’in temel anlayışını değiştirerek Hareket’e yeniden can verdi.

      Üst Konsey heyetinin 28 Nisan 1956’da yayınladığı bildiri, Kırım Tatarlarının Kırım’a dönmelerine izin vermese de özel yerleşim alanlarının sınırları dışına çıkmalarına izin veriyordu. Mustafa okuldan mezun olur olmaz bu durumdan faydalandı. Ailesiyle birlikte yaşadığı Gülistan’dan ( Özbekistan)ayrılıp Özbekistan’ın başkenti Taşkent’e gitti. Orada havacılık fabrikasında çalıştı ama bütün boş zamanını Taşkent Novay Halk Kütüphanesi’nin nadir ve antik kitaplar bölümünde geçirdi. Burada kendini kitapların içine gömdü ve Tarihi baştan yazanların tüm dikkatine rağmen korunmayı başarmış kitaplardan Kırım Tatarlarının kültürü ve tarihi hakkında birçok kanıt topladı.

      Stalin’den sonra gelenlerin, Kırım Tatarlarının Kırım’a geri dönmesi konusundaki isteksizliklerinin ve sürgünün sebeplerini ararken Mustafa Cemiloğlu geçmiş yüzyıllara daha derin daldı. Kırım Tatar tarihi süresince olan kültür oluşumunun, Kırım’da ve Karadeniz etrafındaki bozkır bölgelerinde yaşayan diğer kabilelerden ve halklardan kollar halinde ayrılmalarının, Rus devleti ve diğer komşu halklarla olan ilişkilerinin izlerini sürdü.

      Mustafa, kütüphanede aynı konuyla ilgilenen iki vatandaşla tanıştı. Onunla konuştular ve araştırmaları sonucunda kendi arkadaşlarından daha fazla bilgiye sahip olduğunu gördüler. Mustafa, bilgisini övmekteki mütevazılığı bir kenara, kendi halkı ile ilgili topladığı kanıtları sistemli hale getirdi ve bir fikir ortaya koydu. Mustafa Cemiloğlu’nun vardığı temel sonuçlardan biri Şahin Giray Han’ın Müslüman dünya ile aynı safta yer almayı reddetmesi ve 18. Y.Y.’da Rusya ile yakınlaşmasının Kırım Tatarlarının geleceği açısından hayati önem taşıyan vahim bir karar olduğudur. Çünkü bu karar Kırım’ı Rus otoritesi altına soktu. Kütüphanede tanıştığı yeni arkadaşları Mustafa Cemiloğlu’nun fikrini öğrenince ondan, Kırım Tatarları tarihi hakkında bir konuşma hazırlamasını ve küçük bir topluluk önünde konuşmasını istediler. Konuşma metni 8 sayfa uzunluğundaydı. 1962 yılının baharında Mustafa, Petr Grigenko’ya yazdığı bir mektupta, konuşmasını şu sözlerle anlattı:

      Küçük bir odada 25 genç kız ve erkek uzun sıralarda oturuyordu. Çoğu, en yakın şehirde yaşayan öğrenci ve işçilerdi. Sıcak tartışmalar oldu. Rusça ve Tatarca şiirler okundu. Kırım Tatarlarına uygulanan eşitsizliğe feryat ettiler ve anavatanlarına geri dönmedeki sorunları tartıştılar.

      Konuşmacılar var olan sistemi eleştirdiler ve sözde gerçek Leninist olan Khauscher’e hoş olmayan yakıştırmalarda bulundular.

      Sahne sırası bana geldiğinde konuşmamı okudum. Mütevazılığı bir kenara atarak söylemeliyim ki konuşmam büyük ilgiyle karşılandı. O zamana kadar hayatımda kimse beni bu kadar dikkatli dinlememişti. Uzun süre alkışladılar ve herkes konuşma metnini istedi.

      Mustafa başarısını şu sözlerle anlatıyor:

       Atalarını hep resmi edebiyat kaynaklarında, kahraman Rus ordusu tarafından yok edilmiş olan barbar ve hain insanlar olarak okumuş genç insanlar için; 1771 yılında Tatar- Türk birliklerinin Rus Çarı muhteşem I. Peter’in ordularını nasıl perişan ettiklerini, Tatarların Moskova’ya kadar nasıl ilerlediklerini ve Kırım Tatarlarının uzun zaman önce yükseköğrenim kurumlarına sahip olduğunu öğrenmek, oldukça memnuniyet verici haberlerdi.(6)

      Mustafa’nın konuşmasında öne sürdüğü konulardan yola çıkarak doğru bilgiye haksızlık etmediğini söyleyebiliriz, ancak yine de Kırım Tatarlarının milli duygularını okşayacak olaylar üzerinde yoğunlaştı. Tarafsız bir tarihçinin “düzene sokmak” diye nitelemekten çekineceği, Ruslardan önce var olan yükseköğrenim kurumları ve Moskova’ya yapılan başarılı saldırı gibi her kanıt Tatarların milli duygularının kabarması için yeterliydi. Mustafa’nın Kırım tarihi olayları hakkındaki keskin fikirleri arkadaşlarını etkilemişti. 1960’ların başına doğru Kırım Tatar gençliği (sadece gençlik değil) dönemin hareket liderlerinin stratejilerinden rahatsız olmaya başladı. Özellikle mesajları dost Kırım Tatar halkından geliyormuş gibi bir tona çeviren yönetimden rahatsızdılar. Yönetim mesajlara hiç önem vermiyor, Kırım Tatar sorununu çözmek için hiçbir harekette bulunmuyordu.

      Rus milliyetinin baskın olduğu Sovyet Birliği’nde merkezi yönetimden hoşnut olmamak doğal olarak Rus karşıtı düşüncelerin ortaya çıkmasına neden oldu. Mustafa Cemiloğlu tarafından ortaya konan Kırım Tatarlar tarihi de bu düşüncenin aksini söylemiyordu. Bu yaklaşımını 1963 yılında yayımladığı “13. yüzyıldan 18. yüzyıla Kırım’daki Türk Kültürü Hakkında Kısa Bilgi” eserinde dile getirmişti. Bu eser bir arama sırasında ele geçirilmişti bu yüzden hükümete karşı olan korsan yayımcılar arasında fazla yayılmadı. Ancak Cemiloğlu’nun başkaları sayesinde de yayılan ve gelişen fikri daha sonra birçok Kırım Tatar belgesinde yer aldı. Bu belgelere örnek olarak Kırım Tatar halkının geçmişine ve halkın yeniden inşa edilen hatıralarına olan bakış açılarını gösteren “24. Sovyet Birliği Komünist Partisi Kongresi’ne 60.000 Kırım Tatarının Seslenişi”ni verebiliriz. Temel düşünce; Kırım Tatarlarının atalarının, çok eski zamanlardan beri Karadeniz etrafındaki ovalarda yaşayan daha sonra tekrar Kırım’a yerleşen göçebeler olduğudur. Diğer taraftan Ruslar Kırım’a ilk 1736-39 ve 1768-74 tarihlerinde yapılan savaşlar sırasında gelmişlerdir. Bu süreçte binlerce Tatar öldürülmüştür ve kültürlerine ait sayısız anıt yok edilmiştir.

       Katerina ile başlayarak imparatorlar, Kırım’daki toprakları cömertçe arkadaşlarına ve soylulara dağıttılar. Kırım Rusya’ya katıldıktan 10 yıl sonra 400.000 hektara yakın arazi bu şekilde dağıtılmıştı. Önceden bu topraklar Kırım Tatarı köylülere aitti. Topraklara toplu halde el konulması ve bu toprakların sömürülmesi büyük göçlere neden oldu. Birden, bütün Tatar aileler, köylüler evlerini ve işlerini bırakıp denizden Türkiye’ye doğru yola çıktı. Kırım’ın devrim öncesinde Rusya ile olan 136 yıllık birliği süresince Kırım’daki 4.000.000 Tatar nüfusu 150.000’e indirildi.(7)

      Genç Mustafa, Kırım Tatar tarihindeki Sovyet dönemi değerlendirmesinde eski kuşak Kırım Tatarı aydınlarıyla aynı şeyi düşünmüyordu; özellikle sürgünün nedenleri ve Stalin’den sonra gelenlerin Tatar trajedisindeki Sovyet liderliği konusundaki tutumları konularında onlardan ayrılıyordu. Ne trajedinin Nazi Almanya’sı ile yapılan savaştaki Kırım Tatarlarının konumlarındaki “hata”dan kaynaklandığına ne de belli birkaç suçlu kişinin bu “hata”nın suçlusu olduğuna inanıyordu. Mustafa Cemiloğlu ve destekçileri Kırım Tatarlarındaki Sovyet yönetim politikasını Çarlık İmparatorluğunun doğrudan bir uzantısı olarak görüyordu. Tek fark artık daha eksiksiz ve acımasız olmasıydı. Özerk bir Kırım Devleti’nin kurulması Çarlık zamanlarındaki şovenist politikadan kısa süreli bir ayrılıktı. Ancak 1944 yılında Kremlin, zamanında Rus imparatorlarının aklında duran, Kırım Tatarlarının olmadığı bir Kırım yaratma planını tamamladı. Ne var ki Mustafa bu bakış açısına hemen sahip olmamıştı. 12 Mayıs 1966’da görülen davasındaki son sözleri bunu doğrular niteliktedir. Askerlikten kaçmasıyla ilgili olan dava Mustafa’nın Kırım Tatarlar Tarihini okumasından sonra başlayan işkenceler zincirinin son halkasıydı. Bu noktadan önce KGB’ ye çağırılmalar, aramalar, kısa hapis cezaları, işten ve kuruluştan atılmalar vardı. Mustafa’nın dönemdeki o konuşması, keskin mizacına rağmen eski liderlerin bakış açısına olan bağlılığını, yani Kırım Tatarlarının trajedisine kötü niyetli insanların neden olduğu fikrine olan bağlılığını gösteriyordu. Mustafa o dönemde iftiralar için sürgünü gerçekleştiren ve özel yerleşim alanlarındaki rejim gardiyanları olan KGB adamlarını sorumlu tutuyordu. Mustafa’ya göre Kırım Tatarlarının Stalin’in ölümünden sonra Kırım’a dönmesini engelleyenler onlardı. 1966’da görülen davasındaki son ifadelerinin bir bölümünde şunları söylemiştir:

      Sürgünde ölen Kırım Tatarları hakkında istatistiksel kanıt toplamamız ve Stalin döneminde halkla alay eden sadist komutanlar aleyhine materyaller toplamamız, aslında Nurnberg Mahkemesi kararlarına göre insanlık suçundan yargılanması gereken KGB işbirlikçilerini sinirlendirdi…

      1944’te işlenen suçun sonucunda binlerce kardeşimi kaybettim ve bu hatırlanmalıdır. Aynı Auschwitz ve Dachau toplama kampları gibi hatırlanmalıdır ki bu suçlar bir daha tekrarlanmasın. Hatırlanmalıdır ki Nazi ve şovenist şeytanlıkları, bu suçların ortaya çıktığı kaynaklarda kurutulabilsin. Ancak bazı kimseler bunu istemiyor…

      Umarım bu konuda yargınızı verirken sadece hukuk ve adalet sizi yönlendirecek, siz suçlu tarafların var olan konumlarını düşünmeden hem onlara hem de asılsız ve keyfi hareketlere gereken cezayı vereceksiniz. Eğer KGB’ deki suçlulara korktuğunuzu belli ederseniz bu onlar için zafer demek olacaktır ve bu canilerin içindeki şeytanlığı cesaretlendirecektir.(8)

      Mustafa Cemiloğlu’nun Kırım Tatar tarihi üzerindeki düzeltme ve yenileme çalışmaları, hem Kırım Tatar sorunu hakkındaki hem de Kırım Tatar Hareketi’ndeki bastırılmış aktivistleri savunmak amacıyla yaptığı cesur ve başarılı konuşmaları, onu Hareket içerisinde önemli bir şahsiyet haline getirdi. “Yeni Akım”ın en güçlü kuramcısı haline geldi. 1969 Ekim’inde görülen bir sonraki davasında; Sovyet gazete editörlerine gönderdiği mektuplar, “Sovyet İşçilerine, Bilim Tarih ve Sanat Çalışanlarına ve Politik ve Sosyal Aktivistlere Sesleniş” . Bilgi (no: 65, 78,vs.)’ den birkaç bölüm gibi yazıları içeren birtakım belgeleri yazmaktan suçlanıyordu. Bu belgelerin incelenmesi Kırım Tatarlarının konumundaki yeni değerlendirmelerin geliştirildiği bu süreci takip etmemize ve anavatana geri dönme kavgalarında bu değerlendirmenin üzerine nasıl bir strateji geliştirildiğini göstermemize yardım edecektir. Bu değişimin temel özellikleri, Rus karşıtı duyguların bertaraf edilmesini, Hareket tarafından “soykırım” olarak nitelendirilen 1944 Sürgünü ve 1968 sonrası Kırım Tatarlarına uygulanan politikaların sorumlusu Sovyet liderlerinin daha sert bir şekilde suçlanmasını içermektedir.

       Kırım Tatar Hareketi ideolojisinin bu yönelimlerinin “yeni akım” liderlerine olan yakınlaşmalarla, özellikle Mustafa Cemiloğlu’nun Moskova sivil haklar eylemcisi Aleksei Kosterin, Petr Grigorenko,  Ilya Gabay,  Aleksandr Lavut ve daha sonra akademisyen Sakharov ile olan yakınlaşmaları ile doğrudan bağlantılı olması mümkündür. Kırım Tatarlarının insan hakları savunucularıyla olan yakınlaşmaları hem Kırım Tatarlarının hem de insan hakları hareketlerinin gelişmesinde önemli rol oynamıştır. Bu durum Kırım Tatarlarını tecrit halinden kurtardı, kamuoyunun kendi sorunlarından haberdar olmasını ve gördükleri eşitsiz muameleye bir yanıt çağrısında bulunmalarını sağladı. Hükümet karşıtı illegal yayımcıların Özgürlük Radyosu arşivlerinde ve genel olarak Batı’da 1956- 66 yılları arasındaki Kırım Tatar Hareketi ile ilgili hiçbir belgenin bulunmaması ilginçtir. Batı’da mevcut en eski tarihli belgeler 1967 senesine aittir. Kırım Tatarlarının Batı ile bir bağ kurması mümkün olmadığı için bu belgeler Cemiloğlu’nun yandaşlarından Moskova insan hakları eylemcileri yoluyla Batı’ya geçmeyi başarabilmiştir. Önceki Kırım Tatar liderlerinin insan hakları eylemcileriyle bağlarının olmamasının yanı sıra onlar herkes tarafından bilinmek de istemiyorlardı. Çünkü resmi mercileri sinirlendirmekten ve bu durumun Kırım Tatarlarının Kırım’a geri dönmesi konusundaki kararı yavaşlatmasından korkuyorlardı.

      21 Temmuz 1968 tarihli “Kırım Halkının Dünya Halkı’na Çağrısı”nda Kırım Tatar hareketinin ilk on yılının Kırım’a geri dönüş için olan belgelerinde şu tanımlama geçmiştir: “1957’den 1967’ye kadar Sovyet Birliği Komünist Partisi’ne ve Yüksek Sovyet Presidium’una adaletsizliğe bir son verilmesi için toplu ve şahsi olmak üzere binlerce mektup gönderilmiştir”(9)

      Aynı ifade “Kırım Tatar Halkı’nın Özgür İnsanlara, Demokratlara ve Komünistlere Çağrısı”nda da şu şekilde geçmiştir: “1965’ten itibaren Kırım Tatar halkı anavatanlarına geri dönmek ve insanlar arasındaki eşitliği yeniden sağlamak için Parti’nin liderliğini talep etmektedir. Binlerce Kırım Tatarının imzalarıyla destek verdiği yüzlerce toplu çağrı merkezi Sovyet ve Parti organlarına gönderilmiştir.”(10)

       Mustafa Cemiloğlu ve hareketteki diğer eylemciler, Petr Grigorenko ile 17 Mart 1968’de Kırım Tatar temsilcilerinin hem değerli bir dost hem de yazar olan komünist Aleksei Kosterin adına Moskova’da düzenledikleri bir partide tanıştılar. Grigorenko’nun o akşam yaptığı konuşma Kırım Tatarlarını oldukça etkiledi. Grigorenko konuşmasında şunları söyledi: “ Hukuk sizin yanınızda… Ancak, buna rağmen haklarınız çiğneniyor. Neden? Bize öyle geliyor ki bunun ana sebebi düşmanınızı küçümsemeniz… Sadece onurlu insanlarla uğraştığınızı sanıyorsunuz. Ancak durum öyle değil… Parti’nin liderleri ve hükümetle yalnızca kayıtsız şartsız hakkın neden var olmadığını soran uzlaşmacı yazılı ricalarla temas kuruyorsunuz. … Hukukun size sunduklarına sıkıca sarılmalısınız, rica etmemeli bu hakkı istemelisiniz! ... İstemeye başlayın. Ve sadece bir kısmını değil, yasadışı olarak sizden alınan haklarınızın tamamını, Özerk Tatar Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin kurulmasını isteyin!”(11)

      Grigorenko kendilerini sadece dilekçelerle sınırlamamalarını bunu; konuşma ve basın özgürlüğü, toplantılar, sokak törenleri ve gösterileri gibi anayasanın kendilerine verdiği her yolla desteklemelerini önerdi. Kırım Tatarlarına kendilerini ulusal sıfatı altında saklamamalarını Sovyet Birliğindeki kendileriyle aynı duyguları paylaşan diğer milletlerle, Ruslarla, Ukraynalılarla ve Kırım Tatarları gibi geçmiş zamanda aşağılanmış ve hala aşağılanmaya devam eden milletlerle bağlantılar kurmalarını önerdi. Sözlerine şunları ekledi: “ Meselenizi sadece ulusal bir mesele olarak görmeyin. Dünya çapında ilerici toplumlardan ve uluslararası örgütlerden yardım isteyin… Uluslararası hukuk soykırımı suç olarak saymakta… Uluslararası hukuk ta sizin tarafınızda.”(12)

      Bu konuşma Kırım Tatarları tarafından tekrar tekrar alkışlandı. Kendi düşüncelerine ve duygularına uyuyordu, tek farkı daha kesin biçimlendirilmiş olmasıydı. Hem psikolojik hem de politik olarak bu çağrıların Moskova insan hakları hareketinden gelmesi çok önemliydi. İçerisinde hiçbir Rus karşıtı duygu barındırmıyordu.

      Moskova insan hakları savunucuları ile yakınlaşma ve onların çalışma yöntemlerinin, daha önemlisi resmi konumlarının tanınması Kırım Tatar belgelerinin tonunu değiştirdi. Yazarlar mercilere hakaret edici sözlerden kaçındılar ama aynı zamanda isteklerinin tamamıyla yerini getirilmesi üzerinde ısrar ettiler ve davalarını Kırım Tatarlarının Sovyet devletine olan bağlılığı üzerine değil de isteklerinin meşruluğu üzerine kurdular. Kırım Tatarlarının bildirilerindeki bu tarz değişikliği kısmen Mustafa’nın ilk duruşmasındaki son ifadesiyle Kasım 1969’da gerçekleşen bir sonraki duruşmasındaki savunmasının karşılaştırılması ile incelenebilir. Eğer 1966’da Cemiloğlu Kırım Tatarlarının trajedisinin nedeni olarak “ KGB” deki “canilerin” alçak ilişkilerini gösterdiyse; 1969’da trajediyi Sovyet Partisi’nin ve hükümet liderlerinin Kırım Tatarları sorununda izlediği politikanın bir sonucu olarak tanımladı. Kırım’dan sürülmelerini, Stalin sonrası liderlerin bu suçun neticelerini doğrulayacak hiçbir şey yapmadıklarını vurgulayarak, sürgünü “devlet tasdikli” bir suç olarak tanımladı. Tam tersine, Sovyet devleti ve Parti- devlet propaganda makinesi geçmişte olduğu gibi, Kırım Tatarlarının Kırım’a geri dönmelerini engellemek üzerine kurulmuştu. Cemiloğlu, Sovyet devletinin Kırım Tatarları aleyhine işlediği suçları sadece Kırım Tatarlarını ilgilendiren bir sorun olarak değil çok daha geniş çaplı bir sorun olarak görmekteydi:

     Eğer Kırım halkının kaderi, milliyet sorununu çözmek için bir model ve ülkeyi Ruslaştırma planları için bir deney niteliğindeyse, bırakın bu kader diğer halkalar için, özellikle de Müslüman Doğudaki gelişmekte olan ülkeler için, tarihte arkadaşlarını seçerken ve dış politikada izleyecekleri yolu belirlerken bir uyarı ışığı olsun. Sovyet Birliği’nde Kırım Tatarların konumu hakkındaki gerçekleri konuşurken sadece ulusu yok olmaktan kurtarmak konusunu değil aynı zamanda diğer halklardan, uygarlık karşısındaki sorumluluklarımızdan bahsetmeyi de zorunlu görüyorum. (13)

      Bu savunma ifadesinde, Mustafa Cemiloğlu hukuksuzluğa, zulme ve haksızlığa boyun eğmenin akılsızlığı ve hatta tehlikesi hakkında konuştu. Görüşünü sadece Kırım Tatarları tarihindeki gerçeklerle değil Sovyet Devleti halklarının muazzam sayıda kurban vermesi ile sonuçlanan Stalin terörü dönemindeki trajik deneyimlerle açıkladı: “ Hayat bize itaat etmenin ve sessiz kalmanın ülkeye çok acı getirdiğini ve aralarında yetenekleri Sovyet topraklarında daha uzun yıllar görülmeyecek milyonlarca hayata mal olduğunu gösterdi.”(14)

      1969’daki bu ifadeden yola çıkarak Cemiloğlu’nun, Kırım Tatar Hareketi’nin o zamana kadarki başarısını Sovyet halkının bir bütün olarak demokratikleşmesine bağladığını söyleyebiliriz. Bu nedenle Cemiloğlu’nun ve yandaşlarının Çekoslovakya’daki olaylara olan ilgisi, oradaki “insani görünümlü sosyalizm ”in zaferinin sadece Doğu Avrupa’da değil Sovyet Birliği’nde de uzun zamandır beklenen dönüşümün başlangıcı olabilme ihtimalindendir.

      1965’teki duruşmasında, “Sovyet Birliği iç politikalarına iftira atmak” suçlamalarına cevap verirken Mustafa Cemiloğlu 1968’de Çekoslovakya’da gerçekleşen olaylarla ilgili düşüncelerini şu sözlerle ifade etti:

     “Burada Sosyalist devletler tarihinde ilk defa insanlara gerçek demokratik haklar sunulmuştur. Basın, radyo, televizyon, ekranlar ve sahne ilk defa hükümete değil halka hizmet etmeye başlamıştır. Ve bu durum Dubcek liderliğinde Çekoslovakya’da yeni bir hükümet kurulması için kıtalardaki milyonlarca insanın isteğini kazandı, bu gerçek sosyalizm isteğiydi.

      Ancak bu durum, hile ve şiddetle gücü elinde tutan kimseleri öfkelendirdi. Onlar da Çekoslovakya’daki özgürlüğü bastırmak için ellerindeki her yolu kullandı. Bu, son safhada silahlı müdahaleye kadar vardı.

     Yazmaktan suçlandığım “Sahtekârlıklar ve Çürütülmüş Belgelerin İncelenmesi” belgesinde 21 Ağustos gecesi, Sovyet ordusunun ve Varşova Paktı üyesi olan diğer dört ülkeden gelen birliklerin, Sovyet yönetimine bağlı bir düzen kurmak için, bağımsız Çekoslovakya cumhuriyeti sınırlarından geçtiği söyleniyor.”(15)

 

Görüldüğü üzere bu “İnceleme” 1968 Eylülünün başında yazılmıştı. Sonrasında gelişen olaylar bu sözleri tamamen doğrular nitelikteydi.

      Mustafa Cemiloğlu Çekoslovakya’daki olaylarla ilgili görüşlerini ifade etme hakkını savundu ve sonra adli davanın yetkinliğini reddetti.

     “Vatandaş ve daha da önemlisi halkın temsilcisi olarak dünyadaki her olay için kendimi manevi olarak sorumlu tutuyorum. Dünyanın hangi köşesinde hangi olay vuku buluyorsa, bu olaylar hakkındaki düşünce ve görüşlerimi ifade etmek hakkımdır. Bu hak, Sovyet Birliği anayasası tarafından verilmiş ve Rusya’nın imzaladığı ve uymak zorunda olduğu Evrensel İnsan Hakları Bildirisi tarafından da onaylanmış bir haktır.” (16)

      Mustafa Cemiloğlu Sovyet Birliği dâhilinde gerçekleşen olaylar için de kendini sorumlu tutuyordu. Bu ideoloji onun, Sovyet Birliği’nde insan haklarının korunması amacıyla, Moskova insan hakları eylemcileri tarafından 1969 yılında kurulan ve Birleşmiş Milletler’e, Sovyet Birliği’nde birtakım düşünceler nedeniyle yapılan zulümlerle ilgili şikâyette bulunan topluluğun kuruluşuna neden dâhil olduğunu açıklar. Bu şikâyette Kırım Tatarları sorununun yanı sıra, muhaliflerin gördüğü psikolojik zulümler, Ukrayna milli hareketine katılanların tutuklanmaları ve hapsedilmesi, Baltık halkı ve İsrail’e geri dönmek isteyen Yahudiler üzerindeki baskı problemleri de yer aldı.

      Kırım Tatar trajedisinin nedenlerini araştırdığında, Mustafa Cemiloğlu bu trajediyi doğrudan Sovyet Birliği’ndeki demokrasi yoksunluğuna bağladı. Sürgünün ‘kişi kültü’ nün ve ölçüsüz despot yönetiminin doğrudan bir sonucu olduğunu söyleyen hareketin milliyetçi dönem liderlerine katılan Mustafa Cemiloğlu Sovyet Birliği’nde neden ‘bir despotun yerine yeni bir despotun’ geldiğiyle ilgilendi. Bu durumu öncelikle konuşma özgürlüğünün, basın özgürlüğünün, gösteri özgürlüğünün, hükümetin yaptıklarını denetleme özgürlüğünün olmamasına ve demokrasi adı altına neyin gelip gelmediğinin belli olmamasına bağlıyor. Bu tezi destekleyecek nitelikte, Mustafa vatandaşlara verilmiş olan anayasal hakların yönetimdekiler tarafından ihlal edildiğiyle ilgili gerçekleri ortaya koydu. Bu örnekler sadece Kırım Tatarları ile ilgili değildi. Sinyavski ve Daniel, Galanskovs , Ginzburg ve yoldaşları davalarının kanuna aykırılığından; Ukraynalı Vyacheslav Chernovil’in ve Letonya’daki Ivan Yakhimovich adındaki kolhoz (Sovyetler Birliği’nde ortak çiftlik) başkanının duruşmalarından; Stalin sonrası politik tutuklular için kurulan kamplar ve Sovyet güçlerinin silahlı Çekoslovakya işgalini protesto eden göstericiler hakkında yazan Anatoly Marchenko’ nun tutuklanmasından da bu örneklerde bahsetti.

     Mustafa Cemiloğlu’nun çok iyi tanıdığı Andresi Grigorenko  ( Petr Grigorenko’nun oğlu), 1968- 69 yıllarında Mustafa’nın hayatının bu dönemiyle ilgili yazısında şunları söyledi:

     Zamanının çoğunu Moskova’da geçiriyor. Çekoslovakya’daki gelişmeleri yakından takip ediyor, Sovyet Birliği’nde haksız yere cezalandırılanların müdafaa mektuplarını imzalıyor ve Çekoslovakya’nın işgalini protesto ediyor. İnsan hakları hareketi içerisindeki rolünde Mustafa, kendi halkının çıkarları için salt ulusal kavga sınırlarının ötesine geçiyor. Bireysel haklar, farklı toplulukların hakları, farklı dini ve etnik azınlıklarla yani insan hakları sorunun her alanıyla ilgileniyor.

      Etnik azınlıkların konumlarıyla ilgili sağlam bilgileri onu, Sovyet Birliği’ndeki çeşitli etnik gruplar ve milletler ile ortak dilde konuşulması ve Sovyet Birliği’nde insan haklarını savunma hareketi kapsamında bu grupların bir araya gelmesi konularında önemli bir şahsiyet haline getirdi. Bu, Sovyet İmparatorluğu’ndaki birçok etnik topluluk arasında asırlardır süregelmiş ve sabitleşmiş güvensizliğin olduğu karmaşık sistemde hiç de kolay değildi.

      Cemiloğlu’na göre Kırım Tatar sorununu çözmenin tek yolu Sovyet Toplumunu demokratikleştirmekten geçiyordu. Bu sorunun olumlu bir şekilde çözülmesinin Sovyet Birliği’nin demokratikleşme yolunda attığı gerçek bir adım olacağı fikrini Kırım Tatarlarının Kırım’a dönmesi için çabalayan yoldaşları da paylaşıyordu. Demokrasi umudunun, insan hakları eylemcileriyle olan işbirliğinin ve Sovyet Birliği’ndeki diğer milli hareketlerle işbirliği yapma çabalarının Kırım Tatarları Hareketine yalnız Mustafa Cemiloğlu tarafından dâhil edildiğini söylemek çok kesin bir ifade olurdu, ancak onun bu fikirlerin kendi halkına ve aynı zamanda yabancılara ulaşmasını sağlamadaki rolü küçümsenemez.

      Tam burada Cemiloğlu’nun, Kırım Tatarlarının Kırım’a dönüş kavgasına yaptığı katkılar yatmaktadır. Böyle bir ideolojinin benimsenmesi, en başından Kırım Tatar Hareketini farklı kılan barışçı özelliğin korunmasını ve güçlenmesini sağladı.

      Kırım Tatar hareketini başlatan dilekçe kampanyasının ricacı tonu hedeflere ulaşmak için, doğası gereği yalnızca barışçı yöntemler sunuyordu. Hukuki taleplerin reddedilmesi ve yüksek konseye yapılan başvuruların ricacı tonun ısrarcı, talepkâr hale gelmesi, hedeflere ulaşmak için kullanılan barışçı yöntemlerin şiddetli yöntemlere dönüşmesi tehlikesini doğurdu. Kırım’a geri dönme taleplerini desteklemek amacıyla Kırım Tatar hareketi liderleri tarafından yapılan toplu gösterilere ve toplantılara katılanların, Orta Asya yerleşimlerinde şiddet içeren eylemler yapması tehlikesi de vardı. 1967’de başlayan Kırım’a yeniden yerleşme hareketi ve birinin anavatanında önceden izin almadan yaşama hakkının uygulanması döneminde meydana gelen şiddet eylemleri, yönetimin ve Kırım Tatarlarının sürgününden sonra oralara yerleşenlerin Tatarların Kırım’a dönmesini engellemeleri üzerine verilen bir cevap olabilirdi. (Kuzey Kafkaslarda, savaş zamanı topraklarından sürülen ve 1950’lerin sonu 1960’ların başında geri dönen Çeçenlerin İnguşların ve diğer halkların topraklarında da olaylar böyle olmuştu.)

      Hareketin 30 yılı süresince Kırım Tatarları arasında şiddet unsurlarının hiçbir şekilde var olmaması, halkın canlı, sinirlenmeye müsait, sözünü esirgemeyen karakteri ve bu halka yönetimin sürekli olarak uyguladığı adaletsiz ve şiddet içeren politika göz önünde tutulduğunda, oldukça hayret vericidir. Kırım Tatarları’na haksızlık ve şiddet politikası güden yönetim temsilcilerinin tek amacı, silahlı bir karşı hareketin ortaya çıkması için halkı tahrik etmek ve böylece onları bastırmak için haklı nedenlere sahip olabilmekti. (18)

      Altmış bin Tatarın 24. Sovyet Birliği Komünist Partisi Kongresi’ne yaptığı daha önce de belirtilen başvuruda Kırım Tatar Halkının durumu, gerçek anavatanı olmayan bir başka halk ile Filistinlilerle, karşılaştırılmıştı. Sovyet hükümeti ve Sovyet propagandası onlar için her zaman büyük yakınlık göstermiş, Filistin halkı da Sovyet Birliği’nin sürekli olarak verdiği cömert yardımları almıştır.  Kırım Tatarları da Filistinlilere yakınlık göstermiştir ancak aynı zamanda Filistinlilere yakınlık gösterirken kendi Sovyet uluslarına soykırım politikası uygulayan Sovyet enternasyonalistlerin etik ve ahlaki ilkelerini de haklı olarak sorgulamışlardır.

      Kırım Tatar hareketi üyeleri dost yabancı ülkelerde sığınacak yer bulamadılar ve her zaman güçlü ve zalim düşmanlarına yakın yerlere yerleştiler. Bilindiği üzere Mustafa Cemiloğlu altı defa hapis yattı. İlk tutuklandığında 23 yaşında olan Cemiloğlu 43 yaşına kadarki hayatının yalnızca yedi senesini özgür geçirebilmiştir.

      Uluslararası medyanın sürekli tanıtımlarla Filistin hareketine verdiği önemle Kırım Tatar sorununa verdiği önem karşılaştırılamaz. Filistin hareketi liderlerinin bölgelerinde sahip olduğu materyal ve politik destek (hem halk hem hükümetler tarafından verilen destekler) ile bu ülkelerin hükümetlerinin ve halkının Kırım Tatar hareketine karşı olan tutumlarını bir tutamayız. Kırım Tatar hareketi gayrı ihtiyari fakir olan üyelerini feda ederek hayatta kalmaya çalışmaktadır.

      Filistinlilerin sahip olduğu üstünlüğü göz önünde bulundurursak, onların hedeflerine barışçıl yollardan ulaşma ihtimali daha yüksektir. Ancak görülüyor ki Kırım Tatar hareketine kıyasla büyük bir üstünlüğe sahip olan Filistin hareketi tamamen farklı bir ideolojiye hizmet etmektedir. Bu da İsrail’e, İsrail’i destekleyenlere ve hatta İsrail’e yakın olanlara karşı uzlaşmaz bir düşmanlık besleme ideolojisidir.

      Yurii Orlov haklı olarak günümüz dünyasındaki yapıcı değişimlerin ancak şiddete başvurulmayan yöntemlerle başarılı olabileceğine kanaat getirmiştir. Orlov şöyle der:

     “Bugün… Günümüz dünyasında, şiddet hiçbir şekilde psikolojik durumu düzeltmeyecektir. Tehditlerin veya şiddetin yapacağı tek şey totalitarizm ihtimalini arttırmak olacaktır. Hemen başarı beklemeden, insanoğlunun manevi dünyasında şiddeti sorgulayarak, dünyadaki ahlaki atmosferi değiştirmeyi denemek aynı zamanda bu planı ütopik bulmadan uygulamaya çalışmak gereklidir.(19)”

      Orlov, geniş çaplı ahlaki ve totaliter yönetim karşıtı hareketin zorlu, yavaş ve başarısız ilerlediğini söylüyor. Ancak günümüz dünyasında bireylere ve uluslara karşı güç kullanılmasını engellemenin tek yolu bu. Güç kullanmayan Kırım Tatar hareketi şimdiden, muhtemelen gelecekte yükselecek olan ve başarısı Kırım Tatar sorunun çözülmesini sağlayacak başka bir hareketin önemli bir parçasını oluşturuyor.

       Güç kullanmayan Kırım Tatar hareketinin yıllar süren destansı çabaların anavatanlarını onlara geri vermediği söylenebilir. Kırım Tatar hareketinin tamamen başarısız olduğu söylenemez, ancak Mustafa Cemiloğlu ve yandaşlarının stratejisinde eksiklikler olabilir.

      Bütün insanların içerisinde bulunduğu fedakâr ve soylu mücadele, Kırım Tatarlarını bir araya getirmede önemli rol oynadı ve milli benliklerini olağanüstü şekilde güçlendirdi.  Yalnızca bu mücadele, Sovyet Birliği’nin etnik soykırım politikasına rağmen, Kırım Tatar halkının ulus olarak kendilerini korumalarına yardımcı oldu. Ayrıca, barışçı direnişin soyluluğu, şiddet kullanmayan ve siyaset temelli hareket eden liderlerinin haklılığının kabulü, sadece Kırım Tatar hareketindeki eylemciler arasında değil tüm Kırım Tatar halkında yurttaşlık bilincinin yayılmasını sağladı. Milli gururun ve yabancı düşmanlığının olmaması, etraftaki halklara karşı benimsenen iyiliksever tutum, farklı görüşlere karşı sabırlı olunması, komşu bireylerin ve insanların ilgilerini göz önünde bulundurmaları ve kabul edilebilir sorunlarını çözmek için hazır olmaları, Kırım’a dönüş amacını benimsemiş Kırım Tatar hareketinin gerçek manada, tüm belgelerinde geçmektedir. Bu, sadece insan hakları savunucularının değil aynı zamanda günümüz Kırım topraklarında yaşayan nüfusun bir kısmının da Kırım Tatar hareketine karşı duyduğu yakınlığı korudu. Güncel Olayların Kronolojisi’nde Kırım’a tekrar yerleşen Kırım Tatarlarının tahliyesine karşı çıkan yerlilerin birçok hikâyesi mevcuttur. Nitekim yirmi iki Kırımlı Tatar ailenin yaşadığı, Kırımın Karasupazar (Belogorsk) bölgesindeki Kursk köyünde yönetimin bu ailelere yaptığı eziyet bölgedeki Tatar olmayan yerli halkı da oldukça rahatsız etmişti. Adından Rus olduğu anlaşılan A. Isaev isimli Kolhoz elektrikçisi Tatar ailelerin evlerinin elektriğini kesmeyi reddedince parti onu cezalandırmış ve çilingir yapmıştı. Traktör operatörü Puzyrev Kırım Tatarlarından alınan arazileri sürmeyi reddedince işinden kovulmuştu. Tatar olmayan insanların oluşturduğu kolhoz traktör takımı da yerinden edilmiş Kırım Tatarının evini yıkmayı reddetmişti. Kırım’da Kırımlı Tatarlara yapılan ayrımcılığı protestoda kendini kurban eden Kırım Tatarı Musa Mahmut’un cenazesinde sadece Tatarlar yoktu. Cenazede katılımcıların birinin taşıdığı pankartın üzerinde şöyle yazıyordu: “ Musa eziyet içindeki Rus kardeşlerinden uzakta. Huzr içinde yat, adalet yerini bulacaktır.”          

        Sovyet Birliği liderlerine göre, Kırım Tatarlarını Kırım gibi stratejik öneme sahip bir sınır bölgesine yerleştirmek psikolojik olarak kabul edilemeyecek bir durumdu. Tatarların bir yandan Karadeniz üzerinden Türk nüfusuyla akrabalık bağları bulunmaktaydı (görünen o ki 1944 sürgününün altında yatan düşünce de buydu), diğer yandan bu halk, yıllarca evrensel insan haklarını savunmak amacıyla aktif olarak gösteriler düzenlemişti. Bütün mağdurların durumunun, ulusal kültürün yok edilmesinin ve bitmek bilmeyen ayrımcılığın anlatıldığı bildirileri korkmadan yönetimlere sundular. Mustafa Cemiloğlu ve yandaşları haklıydı: Kırım Tatar sorununun çözümü ancak var olan sistemin demokratikleşmesi ya da güçsüzleştirilmesi sonucunda mümkün olabilirdi. Her ne durumda olursa olsun, milli varlıklarının bilincini korumaları ve Kırım’a geri dönme hayalleri sayesinde çoğu Kırımlı bu hayallerini gerçeğe dönüştürecektir. Çünkü ülkedeki demokratik güçler, evrensel kamuoyu ve şu anki Kırım nüfusunun bir kısmı onları korumaktadır.

 

 Notlar

 

1 ) Özel yerleşim alanlarındaki rejim altında yaşayanların bu yerleşim sınırları dışına çıkması yasaktı. Kırım Tatarları Özbekistan ve diğer Orta Asya cumhuriyetlerindeki köy ve kasabalara yerleştirilmişlerdi. Barakalarda, kulübelerde ya da uzmanlıklarına bakılmaksızın her sakininin işçi olarak çalışmasının zorunlu olduğu fabrikaya bağlı binalarda barınıyorlardı. İhtisas sahibi uzmanların bile yöneticilik mevkiinde bulunması yasaktı. Kırım Tatarlarının kasabalara gelişigüzel dağıtılarak yerleştirilmesinde aile bağları göz önünde bulundurulmuyordu. Genelde ebeveynler ve yetişkin evlatları farklı kasabalara düşüyorlardı ve ne birbirlerini göremiyorlar ne de bir cenazeye gidebiliyorlardı. Yerleşim sınırları dışına çıkmak uzun süreli esir kampı cezası demekti.

2) “ Sudebnyi protsess Il’i Gabaya i Mustafy Dzhemileva,” Shest Dnei (New York: Fond Krym, 1980), 348

3) a.g. e

4) a.g. e. , s. 168.

5) V. Vetlina, Moscow Strolls  ( Moscow, 1955)

6) Andrei Grigorenko, A Kogda my vernemsia ( New York: Fond Krym, 1977), 12.

7) Arkhiv Samizdata, Radio Svoboda, no. 630, C. 12, s. 11- 13

8) Grigorenko, A kogda my vernemsia, 28- 29.

9) Tashkentskii protess, sbornik dokumentov ( Amsterdam: Fond imeni Gertsena, 1976), 781- 82

10) Arkhiv samizdata, Radio Svoboda, no. 397, C. 12, s. 1.

11) Arkhiv samizdata, Radio Svoboda, no. 76, C. 7, s.4.

12) a. g. e. , 4-5

13) “Belai kniga” Shest Dnei, 350- 51

14) a. g. e. , s. 376.

15) a. g. e. , s. 364.

16) ) a. g. e. , s. 362.

17) Grigorenko, A kogda my vernemsia, 33

18) A Chronicle of Current Events, no. 51 ( London Amnesty International, 1977), 120-23.

19) Yurii Orlov, “Vozmozhen li sotsializm ne totalitarnogo tipa? Samosoznanie, bs. P. Litvinov, M. Meerson- Aksenov ve B. Shragin ( New York Khronika, 1976), 298.

20) A Chronicle of Current Events, no. 53 ( London: Amnesty International, 1977), 120- 21.

(Allworth, Edward A.’nın Editörü olduğu Duke University Yayını “The Tartars of Crimea, Return to the Homeland” Kitabının (1998) Ludmilla Alexeyava tarafından yazılan 10. Bölümü Çevirisidir)


3327 Görüntülenme Sayısı
  

Sizin Yorumlarınız Bizim İçin Önemli *